4 Mart 2012 Pazar

Terlik ve Yıldızlar; BJK:1-2:TS

                                                            *Fotoğraf "ntvspor.net" adresinden alıntıdır.

İki kanat bekinden de yoksun sahaya çıkan Beşiktaş, zaten ideal kurgusunda dahi zorlanacağı türden bir rakiple oynadı bu gün. Kanat bekleri de, hücumcuları da ev sahibinden kat kat üstün olan (bunu vurgulamak lazım Volkan Şen+Olcan>Quaresma+Simao+Ekrem) Trabzonspor, ayağa oynayarak, topu doğru anlarda kenarlara indirerek savunmanın arkasına her dilediğinde sarktı.
Kaçırdığı golleri toplasan uzun metrajlı film çıkacak Burak Yılmaz 30 gole ulaştı. Biraz iyimser bir tahminle ligin başından beri 10 net pozisyon kaçırmış olsa ki bence attığı kadar kaçırmıştır ya neyse, (bu gün 2 tane kesin kaçırdı) 40 gol edecek. Hala bu adamı eleştirmek nasıl bir futbol yaklaşımı bilemiyorum. Koca koca adamlardan “Şansa,bala atıyor yahu” gibi absürt şeyler duyuyorum. Taş olursunuz vallahi!..
Orta sahasında az biraz Ernst ile direnmeye çalışan Beşiktaş sahanın hiç bir alanında direnemedi. Necip hakkında hep iyi,güzel düşündüm, çok ümitliydim ama artık görüyorum ki geride kalan süreçte hala top kontrolü gibi çok basit eksikleri var. Almeida’ya hazırladığı güzel pozisyon umut verici olsa da, eksi hanesinde yazanlar oldukça birikti. Yasin Sülün’ü görür gibi oluyorum, içim ürperiyori konuyu değiştiriyorum...
Savunma noktasında eksiklerinden dolayı takıma söylenebilecek pek bir şey yok. Ersan ve Sidnei mecburiyetten oynadı. Ama not düşülmesi gereken bir şey var ki; çok koşmak, mücadele etmek, rakiple it dalaşına girmek, agresif olmak, topun peşinde koşarken kafayı gözü yarmak tribünden bakan adam için cazip gelebilir. Oysa futbolda ne kadar agresif olduğunuz ya da ne kadar koştuğunuz değil, neyi ne kadar doğru yaptığınız önemlidir. Günün en çok koşanları listesinde Necip ve Toraman’ı kesin görürsünüz istatistiklere bakarsanız. Bu parametrenin bana göre hiç bir işe yarar yönü yok. Burak Yılmaz’ın bu iki isimden daha az koştuğuna adım gibi eminim. Ama yaşanan tehlike anlarına bakarsanız, her pozisyonun göbeğinde olduğunu anlarsınız. Bu da delalet eder ki; doğru yere koşmak futbolda en kıymetli meziyettir. Hele topsuz alan koşuları olmazsa olmazdır. Beşiktaş’ta topsuz alana koşu yapan 1 (BİR) oyuncu bile yok. Topla katetmeye çalışanlar ise, katetmekten ziyade katletmekle meşgul. Rakibin koşu yolunu kapatmayı bilen, ona dokunmadan seçeneksiz bırakacak mental meziyette de hiç oyuncu yok. En son bunu bir antrenman da Schuster’ın pas kanalını kapatan Guti’de görmüştüm. Varın, gerisini siz düşünün.
Geriye dönüp, maç analizlerime baktığınızda Beşiktaş’ı ve oyun felsefesini kabul edilebilir oranlarda desteklediğim görülür. Peki ne oldu da, bu akşam Beşiktaş’a “saldırıyorum”?  Bu takım bir bütün olarak üzerine koymaktan vazgeçti. Tek vücut gibi hareket eden, istek ve arzusunu sahaya yansıtan, pozisyona giremese de organize görüntüsünden taviz vermeyen Beşiktaş, sırtındaki Portekiz kamburuyla iyice yere serilmiş durumda. Görünen manzara da can yakıcı türden. Zira artık Portekiz çetesinden de, trivela saçmalıklarından da, Almeida ruhsuzluğundan,Simao saçmalığından da gına geldi. Almeida’nın ilk ön direk golünü atması için 29 hafta bekledik. Simao’nun kendini toparlaması için 20 haftadır, Quaresma’nın takıma faydalı olması için geldiği günden beri bekliyoruz. Ernst’in Arena deplasmanında ellerini iki yana açarak isyan ettiği tablo kabul edilebilir değil. 31 yaşına gelmiş Toraman’ın her ver-kaç pozisyonuna dublör olması, Ekrem Dağ’ı aratıyor sağ bekte.Nitekim hoca da bunu kabul edip, kaptan Toraman’ı sahadan alıyor, yerine Ekrem’i çekiyor. Boşluğu ise Simao ile “dolduruyor”. Oyuna giren paşa ise ilk icraat olarak hatalı karar veren hakeme “fuck off” çekiyor, akabinde oyundan atılmak için Volkan Şen’e okkalı bir tekme savuruyor. Quaresma’nın ezdiği toplardan sonra yediğimiz gol sayısı 10’u geçti! 30 gol atıp, 20 kaçırıp, eleştirilen adamın oynadığı ligde senin en golcü oyuncun 8 gollü Almeida. Ayrıca, toplasan onun da 30 kaçırmışlığı vardır.30 atıp, 30 kaçıran adamın eleştirildiği ülkede 8 atıp, 30 kaçıran adamı döverler! Hadi, duvar oluyor, top indiriyor dedik, kaç maçtır onu da yapamıyor.
Sınırlı yeteneklerine rağmen topsuz oyun bilgisi ve birden fazla bölgede oynayabilme becerisi ile Veli Kavlak resmen mumla aranıyor. Oyunu tutmak konusunda övgüler düzdüğümüz Beşiktaş son 7 maçtır yedikleriyle gol sayısında küme düşme hattını zorluyor. Doğru işleri yapmak, alan kapatmak, kanatlardan çapraz koşuyla bindirmek,ön direğe boş koşu yapmak,dribbling denemek, ayağa tempolu oynamak gibi en basit doğruları bile yapamayan, üzerine bir de bir kaç artist ismi sırtına kambur olarak alan takımda teknik direktör etkisi adına da hiç bir şey görünmüyor. Teknik direktör güvendiği oyuncular ile oynar. Bu noktada Burak Kaplan’a güvenmediği için Carvalhal’i suçlayamam. Ya da çift forvete dönmediği için eleştirenler vardır şu sıralar. Ama arkadaki savunma hattını görünce ben olsam forvet çıkarır savunmayı beşlerim!
Perşembe akşamı için bizi bekleyen büyük bir tehlike yok yine de. Çünkü kapalı oyuna dönüp, hata kollayacağız. Ayrıca Atletico Madrid bütün ithişamına rağmen Braga kadar iyi bir takım değil. Bu yüzden tek farklı mağlubiyet ya da beraberlik bekliyorum. Asıl belirleyici olan iç sahada yapacaklarımız. Kalan lig maçlarında da Alves,Pektemek,Mehmet Akyüz,Atınç Nukan, iyileşirse Tanju Kayhan, Muhammed gibi isimleri görmek ilerisi adına yol gösterici olabilir.
Birileri yıldız diye bağıradursun, ben oyunu doğru oynayan oyuncular istiyorum. Kadro iskeletinizi bu tür oyuncular üzerine kurmadıkça takımda ne bir teknik adam etkisi ne de bir üst seviyeye geçiş sinyali görürsünüz. Fernandes keser, Sivok atar, o kadar...

20 Şubat 2012 Pazartesi

Sıradan Hikaye; BJK:3-2:GB

*Fotoğraf, "ntvspor.net" adresinden alıntıdır.


Rakibini karşılamak, durdurmak, etkisiz hale getirmek ve sonrasında yapabiliyorsa vurmak noktasında mahir olan Beşiktaş, bu gün tipik şekilde zorlandığı tarzda bir rakiple karşı karşıya geldi.
Orta sahasını kalabalık tutup, bu kalabalığı kuru bırakmaktan öte, ısıran, önde pres yapan ve hücumu düşünen Gençlerbirliği efektif açıdan daha üstündü Beşiktaş’a göre.Tıpkı Kayserispor, Gaziantepspor,İBB gibi...
Kazandığı ani toplarla en kısa ve garanti yoldan gole gitmeyi deneyen misafir ekip, Ersan’ın hatasında savunma arkasına sarkarak, görünürde çok kolay, ama başından sonuna kadar çalışıldığının sinyallerini veren bir gol buldu. O dakikaya kadar sahada her iki ekip adına da müspet bir tablo olduğunu söylemek mümkün değil. Tam bu ligin maçıydı adeta. Kırılma anlarının bol olduğu, maçın defalarca kez her iki takım arasında gidip geldiği... Alışılmışın dışında olan tek şey bol goldü. Zaten ligin ikinci yarısınında atılan toplam gol sayısının şimdiden ilk yarı boyunca atılanları katlamış olması şaşkınlık boyutunu azaltıyor.
Aslında maç genelinde söylenebilecekler yukarıda yazdıklarımdan ibaret ama merceği biraz daha yakınlaştırmak gerek; Kadraja öncelikle Almeida’yı almak istiyorum. 4-3-3 oynayan takımın en ilerideki oyuncusu olarak, kaleye uzak şekilde yaptığı çapraz koşuları anlayamıyorum. Ayrıca arka direk fetişinden de vazgeçmiş değil. Son derece durağan, yavaş ve alışkanlıkları dışında hareket edemeyen bir santrafor. Hem de tek başına. Hal böyle olunca onu durdurmak zor olmuyor. Etrafına ve arkasına dizili göreceli “usta” ayaklar sayesinde kafasına her maç tam isabet 2-3 top konduruluyor ve böylece gol atıyor. Bundan gayrı ne bir fikri ne de çabası var. Artık bunu söylemenin zamanı. Mevcut durumu ve potansiyeli ile yerine kim oynarsa oynasın, yokluğu aranmaz.
46’da gelen Necip-Simao değişikliği Almeida’ya işlerlik kazandırmak adına yapılan bir değişiklik ve yine göreceli olsa da yerinde. Zira merkezden hücum eden takımın santraforu taç çizgisine doğru çapraz koşu yapıyorsa, durup düşünmek gerek.  Bunu yapmasının tek mantıklı açıklaması var; kulübeden ya da gayipten “Run Hugo Run!” talimatı duyması. O cüsseyle Almeida’nın koşularından medet umacak kadar acemi bir teknik direktör tanıyacağımı sanmıyorum. O kişinin Carvalhal olacağını hiç sanmıyorum.
49’da gelen abuk subuk gol, Quaresma’nın gazını alması açısından önemli. Bildiğiniz üzere, gol atamadıkça, topla da istediği kadar oynayamadığında oyuna küsen bir yapıda kendisi. 53’te gelen mecburi Tanju-Pektemek değişikliğini takım tamamen Veli Kavlak’a borçlu. Sınırlı yeteneklerine rağmen orta sahanın her yerinde görev alabilen bir oyuncunun sol bekte de görev alabilmesi bu topraklardan yetişen hiç bir futbolcunun meziyeti değil. En azından ben şimdiye dek görmedim. Gören varsa, söylesin, adına şarkılar yazalım. Orta sahanın her iki kanadı ve ortası olmak üzere, gereğinde kanat beki olarak da oynayabilecek bir oyuncun var mı Milli takımında?. O zaman bu adamı sınırlı becerisi yüzünden suçlamak noktasında tek kelime etmeye hakkın yok. Hala kafası kesilmiş tavuk gibi sahada dolanan Necip Uysal ise senin “yeteneğin”, daha konuşmamız gereken çok şey var demektir usta.
60’da gelen Zec-Yasin değişikliği beni çok korkuttu açıkçası. Orta saha bloğuyla böylesine efektif oynayan bir takım işin içine kanatlarını da katarsa, bizi dümdüz eder herhalde dedim ama neyse ki, Ankara’da oynanan ilk maça benzer bir tablo olmadı. Ekrem, söylemesi anlamsız  olsa da “günündeydi” (asist bile yaptı adam) Gençlerbirliği Hurşut-Yasin ikilisiyle kanatlarını işler hale getiremedi. Buna Ekrem değil, Beşiktaş'ın orta sahası blok halinde izin vermedi. 58’de Ekrem’in Almeida’nın kafasına kondurduğu orta takımın ona alıştığının göstergersi. (28.hafta oynanıyor!) Almeida koşarsa, arka direğe koşar. Sanırım artık bunu 5 yaşındaki çocuklar bile biliyor. Bu nedenle kademe anlayışı normalin bir karış üzerindeki hiç bir takıma karşı pozisyon zenginliğini eline geçiremiyor Beşiktaş. Yakalanan tehlikeleri de cömertçe harcıyor. Zira şut yüzdesi berbat, Almeida savruk. Kaleci bayıltan sol ayağından tek bir örnek bile göremedik, bizi bayılttı.
70’ de gelen misafir takımın golü, giderek Rüştü’ye benzeyen Cenk tespitimin taçlandırılması adeta. Gelecek adına kaygı verici. Onur Kıvrak’la görüşmelere başlamak lazım. Hazır Tolga üzerine bir yürk almış ve gayet de iyi giderken bu kadar üst düzey iki kaleci Karadeniz Fırtınası’na fazla. Ama yabancı kaleci almaya da hiç gerek yok. Cenk oynasın. Son 10 senedir kaleye gelen, giden yabancıları içinizden düşünün. Bana hak vereceksiniz...
73’de gelen gol yine saçma sapan Portekiz yapımı. İçeriye kesilmek istenen top, savunmadan seker, Fernandes sert ve isabetli vurur. Dakikalar öncesinde tam bir sorumsuzluk örneği olarak gördüğü sarı kart unutulur, haftaya Galatasaray deplasmanında “bu takım neden oynamıyor hafız ya?” diye sorulur eşe dosta rakı sofrasında. Sınırdayken böyle ucuz kart gören adamın kulağı çekilmeli. Bedeli ne olursa olsun.
78’de Onur Bayramoğlu’nun oyuna girmesi kimlere kapak olsun bilemedim. Taş gibi çocuktu. Ne ara elimizden uçtu, oralara gitti haberim bile yok. Oysa bize kendi evlatlarımız lazım. Anlat anlatabilirsen..
80’de Quaresma-Alves değişikliği beklenen ve özlenen hamle. Bu çocuğun kumaşında iş var. Olur bu. Üzerinde durulmalı.
Egemen Puyol değil,ama Nesta’yla her türlü kapışır. Yokluğunda Ersan’ın performansı sırıttı haliyle. Ama Ersan’ın da zamana ihtiyacı var. Hemen adam yutmamak lazım. Egemen’in kıymetinin bilinmesi adına iyi oldu aslında. Onun dışında Hilbert geri dönsün, Alves takıma monte edilsin, Fernandes yaş odunla dövülsün, Quaresma 5 kilo verene kadar saunaya kapatılsın. Haftaya bu takım Arena’dan 1 puanla çıkar, Braga maçı Galatasaray derbisinin bal gibi provası kabul edilebilir. Herkes konunun özüne odaklansın; “Yeter Demirören, Yeter!”...

14 Şubat 2012 Salı

Braga'lım Gelsinler; BRA:0-2:BJK


                                                                 *Fotoğraf "ntvspor.net" adresinden alıntıdır.

Braga karşısına çok dengeli ve disiplinli bir kurguyla çıkan Beşiktaş, ilk dakikadan son dakikaya kadar dersine iyi çalıştığını gösterdi.
İlk 20 dakika geride kaldığında Braga adına net bir tehlike yokken, kurulan yalancı baskı sayesinde Quaresma ile iki pozisyon yakaladı takım. Kadıköy deplasmanından Holosko’nun yaptığı tercih hataları gibi Quaresma’nın bel kırmalara doymaması, bu pozisyonların harcanmasına neden oldu. Ben bir futbolsever ve Beşiktaşlı olarak mevcut durumda Quaresma’nın bel kırmalarını değil, Holosko’nun tercih hatalarını yeğliyorum. Zaten Carvalhal de Quresma’nın bencilliğini tolere etmek adına onu ileri alanda kendi halinde bıraktı ve geriye kalan 9 oyuncusuyla alanını kusursuz şekilde savundu, oyun kurdu, top yaptı, tempoyu ayarladı.
Çoşkusu, konsantrasyonu ve oyun planıyla bu 9 isim, sahada yapılması gerekenleri harfiyen yaptı. Rakibi analiz etmek noktasında bence çok mahir olan Carvalhal’in isteklerini yerine getirdi.
Necip maç boyunca sağ kenara yakın durup, Toraman’ın rahatlattı. Fernandes hariç geri kalan bütün oyuncular sürekli alan paylaşarak, hareket ederek oynadı. Sık sık dile getirdiğim “akışkan kurgu” böylesine üst düzey bir maçta kusursuz şekilde işletildi. Simao sahada çok gözükmese de, gereksiz işler denemedi. Veli her zamanki gibi mücadele etti. Tanju savunma bilgisini ön plana çıkardı. Rakibin kanatları işlemez hale getirildi. Göbekten gelmeyi denediği anlarda da Ernst çok güzel direndi ve karşıladı.
Deplasman planı tıkır tıkır işlerken, Türk hakemleri adına da şahane dersler çıkarılabilecek bir pozisyon oldu maçın 29. dakikasında. Cebinde sarı kartla oynayan Barbosa, hakemi aldatmaya yönelik hareketinden dolayı ikinci sarıdan kırmızıyı aldı ve takımını 10 kişi bıraktı. Hollandalı hakem en ufak bir tereddütte kalmaksızın kuralı uyguladı. Bu dakika maçın önemli bir kırılma noktasıydı ancak Beşiktaş  için oyun planını bu şekilde sürdürdüğü sürece zaten sahada büyük bir tehlike görünmüyordu.
Eksik kalan Braga karşısında ligte yapamadığını yapan konuk ekip, topa bastı, ani ataklarla dengeli  koşular yaparak ev sahibini zor durumda bıraktı. Şapkadan tavşan çıkaran Fernandes kornerden yine harika bir top kesti ve Sivok açılışı yaptı.
İlk yarıyı gol avantajıyla önde kapatan takım, ikinci yarıda taktik anlayışından en ufak taviz vermedi. Risk alıp, daha da kalabalık şekilde üzerine gelen Braga’ya karşı ayarsız bir şekilde geri çekilmek yerine 1 kişi fazla olmasının avantajını kullandı. Fernandes’in 60 metre sürdüğü topta Simao’nun önüne yuvarlanan  ince pasla oyunun fişi çekilmiş oldu.
Dakikalar 66’yı gösterirken Quaresma-Almeida değişikliği son derece doğru bir hamleydi. Zira giderek gol atma hırsına bürünen Q7, topla oynamak adına da pek şans bulamayınca en uçta çok edilgen kaldı. Almeida’nın girişi ise mevcut planı değiştirmediği gibi daha da işler kıldı. Kulübede hücum yönü biraz daha becerikli 1-2 isim olsa, 3 hatta 4’ü bulmak çok olasıydı.Ne şekilde olursa olsun, rakip Braga gibi komple bir “takım” olunca bu tür farkı arttırma çabalarına meyil etmek çok pahalıya mal olabilir. Bu durumu son derece isabetli bir şekilde süzen Carvalhal gereksiz risk almadı ve oyunu tertemiz bir şekilde bitirdi.
Başından sonuna kadar bence Carvalhal’in maçıydı. Oyuna müdahaleleri, oyuncu değişiklikleri ile çok eleştirilen Portekizli hocanın hakkı geç de olsa bu maçla beraber sanıyorum teslim edilir. Kendisi rakibi analiz etmek ve ona göre plan yapmak noktasında çok yetenekli. Bu yeteneğinin yanına özverisini de eklediğinde takım için çok faydalı işler yapıyor. Hücumu sınırlı oyuncularla düşünmesi ve oyuncularındaki beceri noksanlığı bence en büyük handikapı. Becerisi yüksek isimlerin savrukluğu da ortadaki handikapı düzeltmeyi imkansız kılıyor. Gelecek sene transferlerini merak ediyorum zira bu kadroda çalışmayı düşünmediği çok isim var. Onların yerine ne tür oyuncular alacağı, nasıl bir politika izleyeceği muamma. Ama ben o konuda da kendisine güveniyorum.
Futbolun basit doğrularıyla hareket eden ve nispeten sınırlı bir hücum gücüyle gol arayan Carvalhal, bence yetenekleri üst düzey isimler arayacaktır takımı için. Veli,Fernandes,Ernst orta sahasının kenarlarına ya da bu bloğun önüne konacak yetenekli ama daha sorumluluk sahibi 1-2 isim takıma kademe atlatacaktır.
İstanbul’da oynanacak rövanş için ise yine temkini ön planda tutan ve rakibi kale alanı çevresine pek yanaştırmamayı esas alan tutucu bir formasyon ile çıkacaktır. O maçta oyunun merkezini rakip yarı alanın ilk metreleri ile kendi yarı alanının son metreleri olarak belirleyeceğini düşünürsek, Almeida ile başlamak mantıklı gibi ve ben öyle yapacağını düşünüyorum. Zaten Braga da öyle deli gibi hücum düşünen bir ekip değil. Aksine rakibin topla çıkışları sırasında gafil avlamak üzerine kurulu ve çok dengeli bir takım.  Yine kolay bir maç olmayacak. Hatta bu akşamkinden zor olacak. Ayrıca Braga asla ve asla kötü bir takım değil. Bu akşam bu takımı böylesine kilitlemek ve tek pozisyon bile bulmasına müsaade etmeden maçı 2 farkla bitirmek sonuna kadar takdiri hakediyor.


12 Şubat 2012 Pazar

Sow'un Sırtı, Alex'in Yüzü; KAR:2-1:FB


                                       *Fotoğraf "ntvspor.net"ten alıntıdır.
Gözde futbol yorumcuları tarafından, kişisel performansların düşüklüğüne ve içinde bulunduğu özel sürecin etkisine bağlanarak “kötü” ilan edilen Fenerbahçe üzerine bir analiz yapmaya karar verdiğimde Karabükspor maçının 40’ncı dakikasıydı. Elbette içinde ve etrafında yaşanan her şey, bir takımın form durumuna etki edebilir. Ama sahada görünen oyun planının bahanesi ya da özrü yoktur. Bu bağlamda, Fenerbahçe’yi dışarıdan bir göz olarak ve sadece oyun planı dahilinde değerlendireceğim. Duruma benden çok daha vakıf Fenerbahçeli blog yazarları elbet vardır. Konuya başka açıdan bakmanın ileriki maç yazıları adına onların da yararına olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca futbol çok değişken bir oyundur ve bence skordan tamamen bağımsızdır. Yarın Sow çıkar 5 gol atar, egemen medya kocaman puntolarla kendisini “aranan kan” ilan ederse, şu yazacaklarımın tek satırını dahi geri almam. Ben tabelada gördüğüme değil, sahada gördüğüme bakıyorum.
Karabük deplasmanında maça kanatlarda Stoch-Caner ikilisi ile başlayan Fenerbahçe, yeni transferi Sow’u sırtı kaleye dönük duvar olarak kullanma niyetindeydi.(mecburiyetindeydi aslında.Çünkü bu orta saha kurgusu ile başka bir şey oynamak pek olası değil)  Zira her iki kanat adamı da ters ayaklı olarak farklı kanatlarda yer alıyor, Alex’in aklı, Sow’un indireceği toplar ya da sırtı dönük aldığı toplarla yüzünü kaleye adam eksilterek döndüğü anlarda ve kenardan içeri deplase olacak ele avuca sığmaz iki kanat adamıyla gole gitmeyi düşünüyordu takım. Orta sahada Baroni-Topuz ikilisi rakibi ilk karşılama görevini üstlenmiş ve dönüşümlü olarak ataklara da destek veriyor, Topuz’dan farklı olarak Baroni uzaktan şut serbestisi ile oynuyordu. Bu düzen içerisinde Fenerbahçe maçın tamamında tek bir net pozisyon bile bulamadı. Bence bulması da beklenemezdi.
Çünkü Sow,Niang gibi sırtı dönük top alıp, yüzünü kaleye dönmek için gerekli teknik donanıma sahip değildi.Sow’un adam eksiltebilmesi için, yüzü kaleye dönükken top alması ve önünde kalabalık bir savunma kurgusu olmaması gerekiyordu. Ama en uçta tek kalan, top indirmek için sırtını hep kaleye dönen yeni transfer, rakibin markajından ve oyun kurallarının dışına çok taşırmadan uyguladığı sertlikten çabuk yıldı.
Sow’u duvar olarak kullanmak, arkasında ona merkez santrafor muamelesi yapan Alex varken biraz anlamsız kalıyordu. Ayrıca her iki kanatta yer alan Stoch-Caner ikilisi topla katetmeyi seven oyuncular olduğundan Sow’un indirmekle yükümlü olduğu toplara peşinen uzak kalıyorlardı. Bundan daha vahim olan ise, Sow ilk yarı geride kalmasına rağmen henüz hiç top indirememişti. Kalabalık savunma ve bire bir adam markajının arasında sıkışan yetenekli forvet, Lille takımında hiçalışık olmadığı bir roldeydi.
Kocaman, sanırım bu etkisizliği görüp, kanat adamlarının yer değiştirmesini istedi ilk yarının ortalarından sonra. Ancak bu formülasyon da oyune pek etki etmemiş, topa sahip olmak konusunda sıkıntısı olmayan Fenerbahçe’nin rakip kale önündeki faaliyetleri beklenenin çok altında kalmıştı.
İkinci yarıya başlarken Dia hamlesi bekledim Aykut Hoca’dan. Ama o sanırım önce rakibin nasıl konumlanacağını görmek istedi. Rakibin kendiliğinden geri gömüldüğünü gören Kocaman, Sow’un yüzünü kaleye döndürecek hiç bir şey yapmadı maç boyunca. En yaklaştığı an bence Dia’yı oyuna almaktı ama bu defa da Zıegler’i kenara alarak, zaten eksik Gökhan Gönül’le işlevsiz hale gelen sağ kanadı gibi, sol kanadını da eksik bıraktı. Sol beke geçen Caner, önündeki Stoch ile oynuyordu bu sefer. Yani topla katetmeyi, şut çekmeyi, adam eksiltmeyi seven iki kenar adamının ilk yarı boyunca Sow’u  sahada hayalet gibi gezdiren karşılıklı varlığı bu defa aynı kanatta ard arda sıralanmıştı.
Takımda Sow’un yeri belli ama görevi belli değil. Zaten bu takımda Bienvenu varken, Sow’un kurtarıcı olarak görülmesi akıl alır gibi değil. Aslında bu kurgu içerisinde Fenerbahçe Mehmet Yıldız’ı sahaya koysa, Stoch gol kralı olabilir.Mevcut düzende Alex-Stoch-Caner üçgeninin önünde duvar olmayı bilen her oyuncu, vuruş becerisi normalin üzerindeyse Fener’e ilaç olur. Almeida mesela bu oyun kurgusunda Fenerbahçe için biçilmiş kaftan. Ama Sow’un şu planla sahadaki varlığı çok anlamsız. Takıma da, Fransa Lig’i gol kralına da yazık...
İlk transfer edildiğinde şüphelerimi yazmıştım. Şimdi üzerine biraz ilavede bulunacağım; şu görüntüsüyle Sow, ligimizde en iyi Galatasaray’da oynar. Hareketli yapısı, bitiriciliği, boş koşuları, bencil olmayan oyun yapısı ile Terim’in 4-4-2 kurgusunda Elmander’in yanında 20 gol barajını güle oynaya geçer. İleride tek forvet olarak, arkasında serbest 10 numara, kenarlardan yeterli desteği almadan, sırtı kaleye dönük duvar vazifesi görmekle yükümlü olduğu her takımda ise, performans düşüklüğü ve uyum sorunu yaşar. Zaten devre arasında gelmeden öncei Lille takımı adına 7 gol atmış olması, Lille’in değişen oyun yapısında zorlandığının işaretiydi. Geçen senekinden farklı olarak daha çok geriye gelip, oyunun içine katılıyor ve stabil durumda olmasa da, yine duvar görevi görmeye çabalıyordu.
Özetle Fenerbahçe, oyun anlayışında bir değişikliğe gitmediği sürece, Sow’un yüzü kaleye döndürülmediği sürece, oyun içerisinde sıkıntılar yaşar. Hele bu akşamki gibi yokluklarıyla takımın form durumunu inanılmaz büyük şekilde etkileyen isimleri de işin içine katarak, önündeki maçlarda “sürpriz” gibi görünen ama çok olası mağlubiyetler alabilir. Orta saha-forvet arasındaki bu kopukluk, savunma-orta saha arasındaki bağlantıyı kesecek kadar güçlü bir takımın karşısında da yaşanırsa, felaket olur. Takım iflas eder.

Ayrıca Sow için;

"12 şubat 2012 kardemir karabükspor fenerbahçe maçı'nda ortaya koyduğu etkisiz performans asla onun suçu değil. takımda ona yardım etmekten sakınan birilerinin olduğunu da söyleyemeyiz. ama arkasında sadece alex'in olması, onu bir niang yapmıyor. yarısı bile yapmıyor.. emenike'yi elinden kaçırdığı için hayıflanan fenerbahçe'nin aslında bir mehmet yıldız ya da bir hugo almeida'ya ihtiyacı var. ya da çok nadir bulunacak yeteneklere sahip bir niang daha bulup, onun her şeyi yapmasını sağlayacaklar. sow, pek çok şeyi iyi yapabilir. ama her şeyi mükemmel yapamaz..

ayrıca bu adam lille'de gol kralı olduğunda yanında gervinho vardı, yakın oynadığı kanadı silip süpüren bu deli adam yetmez gibi, diğer tarafta eden hazard gibi genç bir yetenek savunmadan en az bir adam bağlıyordu. ayrıca bu sene premier lig'te newcastle ile çılgın atan cabaye sürekli bu hayvani hücum hattına destek veriyordu. ayrıca lille, sow'u sırtı dönük duvar adamı olarak değil, yüzü kaleye dönük sprinter forvet olarak kullanıyordu. kazanılan toplarla ani geliştirilen ataklar, hazard-cabaye-gervinho üçlüsünün önünde gol sezgileri ve mücadele gücü normalin üzerinde olan sow'u kolayca gol kralı yapıyordu.

fenerbahçe'de sırtı dönük oynamaya devam ederse, ikinci bienvenu vakası gibi bir şey olur...yüzü dönük oynamasının yegane yolu ise, fenerbahçe'nin kanat akınlarını çeşitlendirmesi ve her iki kanadını da mümkün olduğunca işler hale getirmesidir. sağ ayağıyla çıkardığı sürpriz şutlarla sol kenarda serbestesi olan stoch, sow'u beslemeli, alex takımı daha çabuk kontra atağa kaldırabilmek adına daha yüksek tempoda oynamalı ve sow'un önüne toplar atmalı. sow'u kalabalık defans hattından kurtarmak için stoch gibi sağ kenardan da oyuna hem bekini hem kanat hücumcusunu (bence o kişi dia olmalı) oyuna dahil etmeli.

gökhan gönül ve emre'nin takıma dönmesiyle sow'un performansında gözle görülür bir artış olur ama bu lille'deki parlak günlerine dönmesine yetmez. olur da fenerbahçe oyun planını onun önüne toplar atmak üzerine yeniden revize eder, bekleri de dahil olmak üzere kanat adamlarını oyuna sağlıklı bir şekilde dahil ederse, sow leblebiye bağlar.

ayrıca bu gerekli revizyon, bir kaç seneye kadar alex'i kaybedecek fenerbahçe için iyi bir geçiş süreci de olur. bu açıdan da takımın bu adama göre oynamayı öğrenmesi, en azından deneyip, tecrübe etmesi bence çok önemli...

ya takım sow'a göre oynayacak ve onun yüzünü kaleye döndürecek, ya da sow'u bu haliyle kabul edip, takımın gol yükü alex ve kanat adamlarına yüklenecek. bu da kısa vadedeki seçeneklerden biri."

diye yazdım şurada. Bunu da eklemek gerek diye düşünüyorum.

9 Şubat 2012 Perşembe

Noel Baba; SİV:1-1:BJK


                                           * Fotoğraf "sporx.com"dan alıntıdır...

Kadıköy deplasmanında görmeyi arzu ettiğim ama bulamadığım orta saha dinamizmi, Sivas’ın karlı zemininde ortaya çıktı. En gözle görülür olanlar; Veli ve Ernst’in dikine pasları,Mustafa Pektemek’in indirdiği, mücadede ederek kazandığı, arkadaşlarına servis ettiği sayısız toplar, son olarak Fernandes’in giderek Noel Baba’ya dönüşmesiydi...
29 yaşındayım, kafasına yağan kar tanelerinin erimediği, üstelik saçıyla bu denli bütünleştiği,adeta peruk gibi durduğu bir adam ilk kez görüyorum. Top yeteneği, kıvraklığı, zekası, gücü, vücudunu kullanmakta ve oyunu okumaktaki ustalığını da ekleyince, bu akşamki görüntüsüyle Manuel Fernandes, başka bir gezegenden geldiği şüphelerini iyice arttırdı. Gole dönüşen duran toptaki ustalığını bir kez daha gösteren Noel Baba, bu takım için büyük şans ve her maç torbasından gol-asist çıkarabilecek kalibrede...
İlk yarı boyunca Beşiktaş adına her şey iyiydi. Topa basan, dikine ve cesur oynayan takım, her hattıyla güven verdi. En zayıf halka Toraman’ın kırmızıya çalan sarı kartı dışında (ki tam alışılagelmiş şekilde sırtı dönük adama takla attırdı) herkes görevini yapıyordu. Bu ahenk içerisinde göze en çok batan isim Pektemek’ti. Fiziki dezavantajına rağmen hava topları başta olmak üzere oyunun her alanına müdahale etti. Kendi kale önünden toplar kazandı, pas dağıttı, oyunu açtı, pozisyona girdi,asiste dönüşmesi çok muhtemel servisler yaptı. Şu görüntüsü Almeida’nın “duvar” görevini de yerine getirebileceğini gösteriyor.Daha da fazlasını vaad ediyor. Bu bağlamda çok umut verici.
Pektemek dışında adından söz edilmesi gereken diğer etken Beşiktaş’ın omurgası konumunda olan “dinamik orta sahası”. Bu kavramı biraz açmanın zamanı geldi. Zira sadece koşarak bu payeyi almış değil bu orta saha. Pozisyon gereği kanat adamları dahil herkesi her yerde görebiliyoruz bu kurguda. Fernandes, Pektemek’ten aldığı pasla ceza sahasının sol kenarında kaleciyle karşı karşıya kalıyor, Necip, sağ kanattan topla dribblinge kalkıyor, Veli kağıt üzerinde kenar oyuncusu olmasına rağmen merkeze yanaşıp, atakları kesiyor, Ernst maestro gibi uzun toplarla koşu yapan arkadaşlarına sürpriz toplar atıyor. Herkes sürekli alan değiştiriyor. Bu hareketlilik yetmezmiş gibi takımın santraforu Pektemek’i bir anda kendi kale alanında topu uzaklaştırırken görüyoruz. Ya da sırtı dönük top alıp, atağa kalkan oyuncuların önüne top atarken...
Skor avantajı cebinde ikinci yarıya başlayan Beşiktaş, geçen hafta Fenerbahçe’nin yaptığını yaptı ve bir anda oyundan elini eteğini çekti. Zeminin kötülüğüne rağmen, çok abartmadan ayağında top tutabilir, rakibi koşturarak yorabilir ve aktif dinlenme modunda sürpriz kontralar arayabilirdi. Bu takımın en büyük zaaflarından birisi bu zaten. Skor avantajını elde ettiği anlarda kontrolsüz şekilde arkaya yaslanıyor. O dinamik orta saha kurgusu, tamamen topsuz oyuna konsantre oluyor. Topu kazandığı anlarda akordeon gibi açılamıyor,(çok ekstrem bir örnek ama Real Madrid’in nasıl hücuma çıktığını dikkatle izleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız) şaşkın şekilde ileri kontrolsüz vuruşlar geliyor. Böyle olunca da savunma disiplini sağlam olmasına rağmen direnç giderek düşüyor. Oyun tek taraflı hale bürünüyor. Giderek içeri gömülen Beşiktaş, her kademesiyle (kaleci dahil) hataya müsait bir hale geliyor. Uzaktan yenen golün açıklaması da bu. Erman’ın vuruşu her ne kadar usta işi olursa olsun. Topu kenardan içerik çekip, 2 adım atan rakip oyuncuya 3. adımını attırmamak adına en az 3 kişinin basması, birilerinin kendini topun önüne atması gerek. Oysa o anda takım bütün hatlarıyla geriye gömülmekte. Böyle olunca Erman için oradan bir şut çıkarmak zor olmuyor. Tüm bu etkenler birleşince de, 1 puana razı oluyorsunuz işte...
İlk yarıdaki pozitif görüntüsünü ikinci yarıya taşıyamayan Beşiktaş sahadan 1 puanla ayrıldı ve bu hakedilmiş bir durum. Carvalhal adına en şanssız durum ise, tam da düşen takım direncini yukarı çekmek adına hamle yaptığı sırada golün gelmiş olması. 84’te oyuna dahil olan Ersan sol beke, Tanju sağ beke, Toraman savunma önüne kaydırılmıştı ki, rakibi ilk elden karşılamak ve uzaktan şut çekmelerini önlemek adına akıllıca bir önlemdi. Takımının ikinci gole gitme yönünde pek istekli olmadığını, mevcut şartlarda bunun pek de mümkün de olmadığını okuyan Portekizli hoca, en müspet hamleyi yaptı. Ama futbol, hocanın çatısına kar yağdırdı. 85’te gol geldi.
O andan sonra yapılacak pek bir şey kalmamıştı aslında. Zaten pek bir şey de yapılamadı.
Sonuç olarak, ilk yarı sahada görünen kurgu,azim ve yardımlaşma 90 dakikaya yayılmalı. Ayrıca takım maçları koparacak kilit anlarından daha karlı şekilde çıkmayı öğrenmek zorunda. Karşı karşıya kaçan 3 pozisyon var. Şut yüzdesi hala yerlerde. Bunlar yukarı çekilmedikçe, peş peşe sıralanan artılar, oyunun niteliğine etki etse de, skorun niceliğini değiştirmiyor. Şu ağır aksak kurgunun içine statik ve ruhsuz Almeida ile şımarık Q7 de girince iş içinden iyice çıkılmaz bir hal alıyor işte. Haftaya Gençler maçında ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. (Umarım haklı çıkmam)

6 Şubat 2012 Pazartesi

Güzel Takım,Güzel Taraftar..

Şöyle görüntüleri ülkemizde izlemeyeli ne kadar oldu? Takım ve taraftar arasındaki mesafe neden bu kadar uzak tutulur? Feyenoord takımı, Ajax'ı 4-2 yendikleri maçtan sonra galibiyeti taraftarlarıyla beraber kutluyor.Hem de ne kutlama!...

5 Şubat 2012 Pazar

Tatsız,Tuzsuz;FB:2-0:BJK



Maç öncesi televizyon yorumcularının maç hakkındaki görüşlerini hayretle izledim. Moussa Sow’un gelişiyle bütün sorunlarını halletmiş sandıkları Fenerbahçe’nin farklı bir galibiyet elde edeceği noktasında emin gibiydiler. İki takım arasındaki güç dengesini böylesine Fenerbahçe’ye kaydıran etken neydi, çok merak ettim doğrusu...
İki kanat beki de devşirme olan Beşiktaş, kornerden yediği gol haricinde ev sahibi takıma pozisyon vermedi. Buna mukabil Holosko’nun alışılagelmiş tercih hatalarından net pozisyonlar cömertçe harcandı.
Kornerden yenilen golde kafayla altıpas bölgesine indirilen topta hiç bir Beşiktaşlı oyuncunun olmaması bariz bir savunma hatası. Ev sahibi takımın duran top çalışmasına atıfta bulunmak için çok basit bir gol bu. Zira aynı Beşiktaş, Kiev deplasmanında yine altıpas içerisinden rakibine yarım vole vurdurmuş bir takım. Bu bağlamda yenilen golü takımın zayıf karnına bağlıyorum.
Bunun dışında ne bir baskı, ne bir oyun planı, ne tempo, ne ön alan presi var Beşiktaş’ı rahatsız eden. Topla oynama yüzdesini de ikinci yarıyla beraber eline geçiren takım, rakip kaleye gidemiyor. Çünkü bu iş için gerekli donanıma sahip yetenekli ayakları yok. Olanlar da sorumsuzluk duvarlarını çoktan aşındırdı.
Geçmiş yıllarda iki takım arasında oynanan maçları izliyorum. Gözüme çarpan hücum adamları şöyle; Tümer Metin, Sergen Yalçın, Ahmed Hassan, İlhan Mansız,Kaan Dobra, Pascal Nouma... Bugün Beşiktaş adına gol atma potansiyeli taşıyan isimlere bakıyorum ve rakip kaleye neden gidemediğimiz hakkında net fikirler edinmeme yeterli oluyor.
İki takım ve ülke futbolu adına ise bugün sahada “futbol” diye oynanan şeye isim bulamıyorum. Allah hepimizi Avrupa kupalarında formda bir takımdan korusun.
İlk yarıyı skor avantajıyla bitirmiş ev sahibi Fenerbahçe’ye bakıyorum. Maçta oynaması mucize iki adamı sahaya sürmekle kalmamış, takımla henüz 2 antrenman yapabilmiş yeni transferi kadroya dahil etmiş. Nitekim, henüz yarım saat dolmadan her ikisi de sekerek oynamaya başlıyor. Ayrıca gol attığı dakikaya kadar Moussa Sow topla 3 ya da 4 kere buluşmuş. Rakibe göre ne bir plan söz konusu, ne bir tempo yapma gayreti. Koca Fenerbahçe’nin yegane planı Stoch’un kanat bindirmeleri. Toraman’ın sert markajından yılan Alex sahada hiç yok. Baroni Gökay’dan daha kaliteli diyen adamın futbol zekasını sorgularım. Böylesine sıkıcı bir kurguda, markaj delisi olmuş Alex’i oyundan alıp, öbür kanadına Dia ile can vermeyi düşünemeyen teknik direktörün büyüklüğü bence iyice tartışılmalı.
Beşiktaş adına da durum bundan pek farklı değil. Sakat ve cezalıların fazlalılığı elbette büyük sorun ama sahadaki on bir, mücadele gücü oldukça yüksek, ikinci yarı itibariyle oyun üstünlüğünü ele almış.Tek ihtiyacı olan teknik açıdan daha donanımlı bir kaç isim. Burak Kaplan ve Alves’i böylesine bir maçta düşünmemek, Simao’nun amaçsızlığına tahammül etmek anlaşılır gibi değil.
Öte yandan, sezon başından beri Beşiktaş’ın orta saha oyuncularının şut yüzdesi hakkında hemen her maç sonrası serzenişte bulundum. Bu gün çekilen şutlardan önce “üstten aut” diyorsam hiç heyecanlanmadan, ortada bariz bir sorun olduğunu kimse inkar edemez. Bu takım Veli-Necip-Ernst üçlüsü ile çektiği şutların abartısız yüzde 90’ını aynı şekilde üstten auta yolladı. Zaten rakip kaleye gitmekte böylesine zorlanan bir takımın şut yüzdesinin düşüklüğü de son oynanan oyunun faturasıdır bir noktada.
Carvalhal cephesinde oyuna müdahaleler büyük yanlışlıklar içermemekle beraber, takımın rotasyonunun 13-14 kişiyle sınırlı kalması en büyük handikap. Artık rotasyonu genişletmek açısından uygun zamanlar da değil. Liderle arasındaki puan farkı 9 olan Beşiktaş önündeki her maçı şartsz koşulsuz kazanmak için oynamalı. Peki oynayabilir mi?... Sanmıyorum.
Yukarıda da değindiğim gibi ülke futbolunun iki lokomotif takımının, ikisininin de kazanmak zorunda olduğu maçta oynadığı futbol budur. Varın siz düşünün, zaten zevksizliği tescilli Fenerbahçe-Galatasaray maçını...

2 Şubat 2012 Perşembe

Kamburlaşan Yıldızlar; BJK:0-1:MİY




Beşiktaş’ı hücuma kaldıran, savunmaya yardım eden, top dağıtan, oyunun temposunu ayarlayan, omurgasını ayakta tutan orta sahasından eser yok Antalya maçından beri. Veli-Ernst-Necip üçlüsü savunmadan ilk topları almaya geldiklerinde çoğu zaman geriye doğru yöneliyorlar. Bu yönelim sonucu takım sahaya dengeli şekilde yayılamıyor.

Toraman’ın varlığı, orta saha oyuncularına bağlı kalmaksızın olgun atak geliştirmeyi imkansız kılıyor. Zira Toraman topu oyuna sokmak noktasında Gökhan Zan muadaili bir görüntüde. Üstüne üstlük amaçsız şekilde ve her seferinde sırtı dönük oyuncuya faul yapıyor. Sivok’u maçın her noktasında arıyor takım. Oyunu kuramayan Beşiktaş, kanatlara sırtını yaslamayı denediğinde ise kamburlaşan yıldızlarına takılıyor bu kez. Adam eksiltmesi, oyunun yönünü akıcı şekilde değiştirmesi, merkez santrafor Almeida’ya destek vermesi, kenar beklerine koridor açması, içeriye toplu ya da topsuz koşular yapması gereken isimler bunların hiç birini yapamadığı gibi sahanın en düşük pas yüzdesi ile oynuyorlar.

Hal böyle olunca, Egemen uzun oynuyor, Almeida indiriyor. Topa yanaşan olmuyor. Dönen topları alamayan takım, oyuna ağırlığını koyamıyor. Pas alışverişi küme düşme hattı ayarında...
İlk yarım saat içerisinde yaşanan talihsiz sakatlıklarla beraber zaten topallayan takım, yüz üstü yere kapaklanıyor. Koca maç boyunca tek olgun atak girişimi yok. İlk yarının son dakikasında Beşiktaş’ın yapamadığını Mersin yapıyor. Atılan gol ders niteliğinde; Uzun topla aniden değişen oyunun yönü, bütün orta saha ve savunma hattını edilgen kılıyor.çünkü rakibin iki kenar adamı kanat değiştirmiş. Tisdell sol kenara deplase olmuş. Yere inmeden içeri ortalanan top Beşiktaş ağlarına gittikten 1 dk sonra ekrana yansıyan istatistik her şeyi anlatıyor; Kendi sahasında ligin küme düşme adaylarından birini ağırlayan Beşiktaş tam 45 top kaybıyla oynuyor. Üstelik ne Kayseri gibi etkin bir ön alan presine maruz kalmış, ne de Antalya gibi sahaya dengeli yayılan bir rakip var karşısında. Buna rağmen bir defa bile kanat hücumcuları çapraz koşu yapmamış, hücumun yönünü değiştirmemiş, ne Simao sağ kenarda görülmüş, ne Edu sahanın sol kenarına adım atmış...

İkinci yarı da aynı senaryoda başlıyor. Quaresma ve kiloları, “kurtarıcı” rolünde sahaya giriyor. O dakikaya kadar diğer “kurtarıcı” adayı Simao’nun ceza sahasına orta sayısı sıfır.Orta girişimi belki iki. İsabetli pas sayısı ise isabetsizlerden az..

Kimse, bu takımın “yıldızlarından” topu 60 metre sürüp, 4 kişiyi geçip, topu çatala asmasını istemiyor. Rakip takımın Erdal-Tisdell ile yaptığını deneseler yeter.

Oyunu yönlendirmekle görevli üç merkez oyuncusundan sadece Necip, o da 3 defa topla dribbling denemiş. O cılız denemeler bile rakip kalede tehlike yaratmaya yetmiş. Ama bir vites yukarıya çıkamayan takımın yükünü kimse sırtlanmıyor. Veli ve Ernst’in çalışkanlığı, düşük pas yüzdelerinin ve sürekli kendi kalelerine dönük oynamalarının etkisiyle asla işe yarar noktaya  gelmiyor. Son darbe 84’te Quaresma’dan geliyor. Akla, oyun ahlakına, Beşiktaş formasına, o kar kıyamette tribünde gırtlak patlatan kadınlı, çocuklu taraftarlara hakaret edercesine bir faul ve direk kırmızı. Bu hareket, tek yönlü gidiş biletidir. Başka açıklaması olamaz. Burası hala Beşiktaş’sa, bir tutam onuru kaldıysa bu yönetimin, o sahada beceri noksanlığına karşın terini döken diğer 10 oyuncunun üç kuruş hatırı varsa, bu gece daha formasının teri kurumadan gönderilmelidir. Birileri, bu takımın formasını taşımanın bu kadar ucuz olmadığını göstermeli. Nouma ile bağlantı kurabilir bazıları. Ama alakası yok. O tekme hiç bir rasyonel tavırla açıklanamaz. Quaresma sözleşmesi gereği belki hala Beşiktaş’tan alacaklı ama bakiyesinde hep eksi yazıyor. Geldiğinden beri yaptığı olumlu işler, olumsuzları bastırabilmiş değil. O yönde bir gayreti de yok. Umarsız bir şekilde takımı sabote ediyor. Bu benim bildiğim Beşiktaş değil. O formayı taşımak bu değil.

Bu akşamdan itibaren UEFA Finali’ne taşısa takımı, farketmez. Benim için bitmiştir. Benim Beşiktaşlılık duruşum budur. Gelenekçi ya da bağnaz bulabilir bazıları. Ama olması gereken budur.

Maça dair söylenecek başkaca bir şey yok. Pazar günkü Kadıköy randevusu içinse, yapılması gereken en müspet şey takımın orta saha direncini ayağa kaldırmak. Oyunun yönünü çabuk değiştirip, dönen topları alabilirsek, ağır aksak oynayan Baroni ve Emre’ye etkin presle rahat hareket etme şansı vermezsek, bir kenarda Pektemek diğerinde Holosko ile aktif kontra oynarsak, lig maratonunun en kolay galibiyetini alırız. Bu akşamki gibi oynarsak, son yılların adına en yakışmayan, en sıkıcı derbisi olur. İzleyip, görelim.

30 Ocak 2012 Pazartesi

Kötüye İşaret; KAY:1-0:BJK






15 maçtır yenilmeyen, iyi kötü taktiğine ve oyun planına sadık kalan Beşiktaş, Veli Kavlak’ın yokluğundan ziyade Quaresma’nın varlığından kaybetti. 8 haftalık periyottan sonra takımdaki yerini alan Q7 ve kiloları sahada kaldığı her dakikada kendisini belli etti. Bunun dışında takımın defansif kurgusundaki değişmez taktiği ofsayt planı, Kayseri hücum hattını durdurmaya yaramak bir tarafa dursun, işlerine geldi.

Kayseri adına, göbekte oyunun her iki yönünü de oynamak üzere Furkan-Okay-Abdullah üçlüsü, ileride Kujovic’in boş koşuları ve sol kenardan bindiren Hasan Ali’nin varlığı takımı çok kolay ve olgun ataklara çıkarıyordu. Bu tehlikeye yanıt veremeyen Beşiktaş, ofsayt çizgisini tutturabilmek adına koca 45 dakika uğraştı. Önceki maçlarda tutan plan, bu maçta elinde patlayan bombaya dönüştü. Bunun en önemli nedeni, Kayseri takımının yukarıda saydığım üçlüyle savunma arkasına doğru zamanlamalarla yaptığı koşular ve kanat beklerinden gelen destekti. Bu ve buna benzer, asli hücum planını dinamik orta saha oyuncularına yükleyen her takım Beşiktaş’ı zorlayabilir. Kayserispor, genç yaş ortalaması ve oyuncu kalitesiyle nerede nasıl oynaması gerektiğini giderek öğrenen bir takım. Bu plana çok benzer bir şekilde Kadıköy deplasmanında da oynadılar. Ancak orada, plan işlemedi. Deneyimsiz oyunculardan kurulu takım, İstanbul deplasmanında oyunun kontrolünü sağlamayı başarsa da, final paslarında, son tercihlerde hep hata yaptı. Bu gün ise, erken gelen gol, onları oyun planlarına daha sıkı tutunmaya ve dirençlerini arttırmaya ittiği gibi, kendilerine güven aşıladı.

Beşiktaş’ın bu dağınık görüntüsünün baş aktörü yine Ekrem’di. Karşısında oynayan Troisi, her seferinde toplu ya da topsuz koşuyla Ekrem’i kenardan, ortaya çekti. Arkadan bindiren Hasan Ali, her pozisyonda önünde geniş bir koridor buldu. Önde pres yapan ve top kovalayan Furkan-Abdullah-Okay üçlüsü Beşiktaş savunması ile orta sahasının arasındaki bağlantıyı kesti. Kujovic Egemen’i bağladı. Ortaya çıkan görüntü öylesine darmadağınıktı ki, Kayserispor ilk yarıdaki temposunu ikinci yarıda da sürdürse, farka giderdi.

Hakem Abitoğlu, kitapta yazan kuralların tümünü görebildiği ve inandığı ölçülerde uyguladı ama kelimenin tam anlamıyla rezalet ötesi bir maç yönetti. Benim kriterlerime göre iyi hakem olabilmek için öncelikle futbolu iyi bilmek gerekiyor. Bunun yanı sıra oyuncu psikolojisinden de anlamak, saha içerisinde iyi bir diyalog kurmak olmazsa olmaz. Hatalı karar vermek elbette olası, ama krizi nasıl yönettiğiniz, maçı nasıl yönettiğinizi belirleyen en önemli etken. İkinci sarı kartını görmeden önce ayağına yediği tekmelerle sinir katsayısı tavan yapan Fernandes, o hırsla rakibine taban daldı. Bu dalış neticesinde sarı kart yüzde yüz doğru. Ama pozisyonda Fernandes’e yapılan bariz bir faul var. Ve hakem o faulu gördüğüne dair “avantaj” işareti yapmıyor. Pozisyonun devamında rakibine taban dalan Fernandes oyun dışında kalıyor. Bu hakemin kuralları bildiği ama sahada oynanan oyun hakkında en ufak bir fikrinin olmadığı manasına gelir. Sahada maruz kaldığı sertliğe hakemden yanıt alamayan oyuncu sinirlenir. Bunun profesyonellik yönü başka bir tartışmadır. Ama orada faul çalınmaması ve pozisyonun devamında ikinci sarıdan kırmızıya dönen kartın sorumluluğu tamamıyle Abitoğlu’na aittir.  Avrupa’da maç yönetecek, sözü geçen hakemler istiyorsak, onlara önce oyunu öğretmeliyiz. Fırat Aydınus ve Halis Özkahya bu tanıma şu anki form durumlarıyla en yakın hakemlerdir ve benim gözümde “iyi hakem” sınıfına girerler. Kuddusi Müftüoğlu, Yunus Yıldırım,Kamil Abitoğlu rezil ötesi, Cüneyt Çakır kart tercihleriyle “dengesiz” Özgür Yankaya,Tolga Özkalfa,Bülent Yıldırım orta karar hakemlerdir.

Pekarik’in cebinde sarı kartla oynarken, ellediği top, hakemin yaptığı işaretten de anladığımız gibi kasıtlı. Ama o işaretine rağmen, oyundan bihaber hakem, sarı kart göstermeyi aklına bile getirmiyor. Oysa kendi yaptığı işaret “evet, kasıtlı olarak topa dokundu. Ne var canım bunda?” gibi bir şey. Topa kasıtlı olarak dokunduğunu kabul ettiği oyuncuya ihtar vermemek kuralı bilmemekten değil, oyunu bilmemekten kaynaklı.

Beşiktaş adına 55’te gelen Quaresma-Holosko değişikliği doğruydu ve gerekliydi. Buna rağmen hala rakibin ön alan presine cevap veremeyen Beşiktaş, kopuk durumdaki bağlantılarını sağlamak adına kanatlarından feragat edip, oyunun merkezine yönelik Julio Alves hatta belki Muhammed tercihini kullanmalıydı. Holosko’nun girişi ileriye beklenen hareketliliği getirdi ama takımın oyuna hükmetmesi noktasında elbet işe yaramadı. Edu’nun girişi de ileri uç elemanlarını hareketlendirerek boş alan yaratma amaçlıydı ama yine asli sorun ortada durduğundan, Beşiktaş orta sahası oyuna ortak olamadığından anlamsız kaldı.

Böyle olunca dakikalar amaçsız ve manasız bir şekilde aktı. Kayseri tempoyu düşürdü, daha kontra odaklı oynamaya başladı ve tahmininden çok daha kolay bir maç kazandı. Beşiktaş adına ise, ileriki dönemlerde rakiplerine çok büyük tüyolar veren bir maç oldu. Dilerim MİY teknik direktörü bu maçı izlememiştir ya da benim çıkardığım şu sonuçları not etmemiştir. Bir şekilde şu yazıyı okumamasını sağlamak gerek aslında.

İleriki maçlar için korkuyorum ama en çok Braga deplasmanından korkuyorum. Orada karşılaşacağımız senaryo, bu gün başımıza gelene o kadar benziyor ki, Allah korusun!..

28 Ocak 2012 Cumartesi

İskoç İşi..LİV:2-1:MANU



Lig maratonu,UEFA Avrupa ligi, FA Cup derken, kadrosundaki sakatlıklarla rotasyona girmekte zorlanan United, Anfield Road’a hangi duygularla gitti bilmiyorum ama maçtan önce soyunma odasında galibiyet yemini etmedikleri kesin. Yaşları toplamı 77 olan iki orta saha oyuncusu Scholes ve Giggs’in önderliğinde nerede nasıl oynamasını bilen bir takım görüntüsünde başladı maça United. Bu bilinçli oynama hali içerisindeki en zayıf halka bence genç Welbeck’ti. Yakaladığı fırsatlardaki aceleciliği, tercih hataları ve göze batan bencilliği ile çarkın dönmesini engelledi en uçtaki dişli olarak.
Liverpool adına ise söylenecek en somut şey, Kenny Dalglish’in geldiğinden beri bu tür tansiyonu yüksek maçlarda köşe vuruşlarına ve duran toplara verdiği önem Stoke City’yi hatırlatıyor bana. Köşe vuruşunda United’ın genç kalecisi De Gea’yı rahatsız eden üç kırmızı formalı saydım ben. Nitekim De Gea, bu baskıya reaksiyon gösteremedi ve üzerinden geçen topu kısa boylu bir orta saha oyuncusu gibi seyretti sadece. Bunun dışında Liverpool Dalglish önderliğinde oyunu forse etmek, tempolu ve akıcı oynamak vb işlerin pek peşinde değil. Öne geçtikleri dakikadan itibaren takım halinde topun arkasında kaldılar. Ani atağa çıkma şanslarını da savrukça harcadılar. Kontra ataklarla çıkmak yerine daha dengeli ve organize bir şeyler yapmayı denediler. Ancak sakatlıktan sonra bir türlü kendine gelemeyen Gerrard ve Maxi’nin Kazım Kazım benzeri halleri nedeniyle, ileri uçtaki Hugo Almeida durağanlığındaki Carroll’ın da katkılarıyla boş boş gidip geldiler.
Park’ın ayağından gelen beraberlik golünden dakikalar önce tam United’ın gol atması için gereken ortamın oluştuğunu mırıldanıyordum. Gol yememek için kapanan takımları kontrolsüz şekilde geri itip, dağıtmayı o kadar iyi biliyor ki bu takım, nitekim aniden kenara açılan top, Rafael’in içeri yerden kestiği sert orta, ceza sahası içine sokulan fazladan bir adam ve gol..Bu kadar...
İkinci yarıya hafif bir kıpırdanma ile başlayan Liverpool’un hamlesini ne zaman yapacağını bekliyordum. Aslında tam olarak beklediğim hamleler geldi. Oyunu müspet bir şekilde rakip yarı alana yıkabilmek, keyifsiz Gerrard ve günün başarısızı Maxi sahadayken imkansız gibiydi. Yine de Gerrard’ı sahadan almak o kadar kolay değil. Savunmadan bir kişi eksilten Dalglish, Carragher ve Maxi’yi yanına oturttu öncelikle. Yerlerine giren Charlie Adam ve Dirk Kuyt beklenen hareketliliği getirdi aslında. Ama dedim ya United gibi nerede nasıl oynamasını bilen bir takım karşısında elinizdeki planlarınız ne kadar çeşitli olursa olsun, işe yaramayabilir. Dalglish’in son rötüşu ise Gerrard-Bellamy değişikliği oldu.
Ferguson’un gözü ise, rakibin ön alana sürdüğü tehlikeli isimlerde değil, savunmadan çıkardığı Carragher sonucu oluşan boşluktaydı. O boşluğa Hernandez’i gönderdi hemen yorulan Scholes’u oyundan alarak. Bu andan sonra oyunun United’a gelmesini umuyordum açıkçası. Tam da böyle bir anda Welbeck’in aceleciliği yüzünden kaçan fırsat, bir sonraki atakta Liverpool adına gol oldu. Uzun topta o ana kadar sahadaki gözle görülür tek olumlu işi yapan Carroll, sağ kenarda Kuyt’ın önüne güzel indirdi. Takımının saniyeler önce geliştirdiği atakta yaptığı müthiş  topsuz bindirmeden Welbeck’in acemiliği sayesinde eli boş dönen Evra adamını kaçırdı. Hollandalı da zaten özgüven problemi yaşayan De Gea’nın sorunlarını derinleştiren bir gol bıraktı United kalesine.
Her iki takımın da oyundaki dengeyi korumak adına temkinli sürdürdüğü maç, Dalglish’in kumarıyla Liverpool’un oldu. Ferguson’un ya da takımının bariz bir hatasından söz etmek mümkün değil; De Gea’nın kendine güvensizliği ve Welbeck’in sahadaki varlığı dışında..Liverpool ise kornerden bulduğu golden sonra büyük maçlarda bu kadar geri çekilirse ya da savunmasından adam eksiltip, hücum silahlarını son 20 dakika rakip yarı alana böyle cömertçe yığarsa, karşılarında bekleyen isim her zaman Welbeck olmayacak...

27 Ocak 2012 Cuma

Algıda Seçicilik; Yeter mi, Yetmez mi?..


                                                           ALGIDA SEÇİCİLİK

2004 yılında Beşiktaş’a başkan olduğunda bu kulübün borcu 50 Trilyon civarındaydı. Geçen süre zarfında, son yapılan mali kongrede açıklanan resmi rakam ise, 442 milyon 421 bin 369 TL..
Göreve geldiği seneden beri çalışılan teknik direktör sayısı 8, futbolcu sayısı ise 2009 yılına kadar 61’di. Son 2 sezonu da içine katınca 100’e ne kaldı şurada?..
Amatör şubeler giderek küçüldü, borç ve alacak krizleri içinde kıvrandı. Hentbol takımı teknik kadrosu ve idari oyuncuları aylarca paralarını alamadı. Takımın hocasının elektrik faturasını ödeyecek parası olmadı. Türkiye Kupası Finali’nin oynandığı İzmir dönüşünde, kafile bir bakkalın önünde yarım ekmek kaşar molası verdi! Namağlup şampiyon olan bu değerli takıma, prim olarak KOL SAATİ verildi.
Basketbol takımının oyuncuları bezdirilmek için, herkes tatil yaparken idmana tabii tutuldu. Sözleşmelerinde indirime gitmeye yanaşmayan bu formayı taşımış sporculara işkence yapıldı. Salonu iyi kötü dolduran taraftar adeta iğrendirildi amatör branşlardan. Cola Turka garabetine peşkeş çekilen basketbol şubesinin bu anlaşma ile elde ettiği kaynak, futbolcuların transfer alacaklarına tahsis edildi. Engelli Basketbol Şubesi’ne destek amacıyla çıkarılan bilekliklerin geliriyle Matias Delgado’nun alacakları ödendi.
Her açıklaması, kürsüden çıkıp yaptığı her konuşmasıyla camia içinde infiale neden olan bu adam “Tribünleri temizleyeceğim!” tehdidi savurdu. Şeref Tribünü’nden ayağa kalkıp, kendisini protesto eden taraftarlara galiz küfürler savurdu. Denizlispor maçında kapalı tribünün üzerine paralı askerlerini saldı, kendi taraftarını dövdürttü.
Camianın geleceği ve tek kurtuluşu olarak gördüğü, Seba zamanından beri üzerine titrenen Fulya Projesi’nin gelirlerinin büyük kısmını ipotek ettirdi. Daha inşaat halindeyken projenin gelir haklarını sattığı iddia edildi. Bu iddialar cılız bir kaç ses tarafından dile getirildi, ancak kimse gerçekte ne olduğunun üzerine gidemedi. Uzunca süredir Fulya hakkında tek cümle kuran yok.
Her sene mayıs ayında “Stada Kazma Vurma Şenlikleri” düzenledi. Senelerdir projeydi, Anıtlar Kurulu’ydu,hükümet,Belediye Başkanı derken proje bekleyen insanlar çocuk gibi kandırıldı. Kongrede havuç olarak kullandığı stad projesi hala gündemde...
Göreve getirdiği her hocasını göndermeden 15 gün kadar önce “Arkasındayız” demeci verdi. Futbolcu transferlerine araya giren menacerlere korkunç paralar ödedi. Tomas Sivok ve Zapatocny transfelerinde ödenen usülsüz paralar yüzünden Udinese ile davalık oldu. Bu transferlerin iç yüzü İtalya’da hala araştırılıyor. Gaziantepspor’dan Tabata’ya 8 milyon euro ödeyerek gelmiş geçmiş en bidon transfer rekorunu kırdı. Del Bosque’ye kulüp tarihinin en ağır tazminatlarından birinin ödenmesine neden oldu.
Paralı adamlarını Beşiktaş Kongre Üyesi yaparak, aidatlarını cebinden ödedi. Forza Beşiktaş forumunda, “Benim aidatımı kim ödüyor?” diye başlıklar açıldı. Parasını cebinden ödediği yeni kongre üyelerinin büyük kısmının Fenerbahçeli olduğu ortaya çıktı. Kendi ticari bağlantıları için Beşiktaş ismini kullandı. Menacer Mendez ile kurduğu yakın ilişkiler sonucu takımın geçen seneki bütün yabancı transferleri Mendez’in şirketine bağlı futbolculardan yapıldı. Cristiano Ronaldo’yu yeni açtığı alışveriş merkezinin tanıtımını yapmak üzere getirdi. Başbakan’ın rahmetli annesine taziye mesajı yollamak için kulübün resmi sitesini kullandı. Resmi site aracılığıyla basit bir taziye mesajını, methiye defterine döndürdü. Hükümete, Başbakan’a ardı ardına dizdiği övgüleri utanmadan kulübün resmi sitesinden yayınladı. Kulübü siyasete, ticari ranta, mafyaya, kişisel bağlantılarına alet etti.
Daha sayamadığım nice icraatin sahibi bu adama, zaman zaman büyük protestolar yapıldı. Çeşitli süreçlerle dalgalanan bu protestolar, bazen sönümlenme noktasına geldi, bazen de “Çıldırt Bizi Başkan!” şeklinde sipariş pankartla övgülere mazhar bir hal aldı. Kongrede ibra edildiğinde “YETMEZ” tezahüratı yükseldi. Kendisini “YETER” diye protesto eden tribünlerle adeta dalga geçilircesine..
Ama dün kopan kıyamet, bu adamın hiç bir icraatinden sonra kopmamıştı. Olağanüstü Genel Kurul’da kürsüden “Fenerbahçemiz” demesi herkesi çıldırttı. Sosyal medyada en çok konuşulan isim oldu. Adı küfürlerle, beddualarla anıldı. Oysa bu adam dün neyse, bu gün de oydu. 2004’ten beri çizgisinden 1 cm bile sapmadı. Kulübün değerlerini yerle bir etti. Saygınlığına tecavüz etti. Mali yapısını yerle bir, taşınmazlarını talan etti. Daha cebine girmemiş gelirlerine ipotek koydurdu. Bunca naneyi yedi ama çıkıp bir kere “Fenerbahçemiz” dedi, ortalık ayağa kalktı..Belki sadece dili sürçtü, belki içindeki Fenerbahçe aşkını daha fazla bastıramadı. Ama bu adam Fenerbahçemiz demeseydi, bu kopan kıyamet asla kopmayacaktı.. Oysa o adam, o kürsüye küme düşmeyi bir defaya mahsus kaldırmak amacıyla çıkmıştı. Kendi kulübünün suçsuzluğuna dair çıkıp, tek kelime etmedi. Decoder alın dedi, küme düşmeyi puan silmeye çevirmek için, bu kulübe harcadığı mesaiden fazlasını harcadı. O adam şikeyi meşrulaştırmak için o kürsüye çıkmıştı..Çıktığı o kürsüde "Fenerbahçemiz" deyince film koptu.Bunu bilmek asıl acı olanı işte...Başlığa geri dönüyoruz; ALGIDA SEÇİCİLİK...

26 Ocak 2012 Perşembe

Yine Dene,Yine Yenil..



"hep denedin,hep yenildin,olsun..
yine dene, yine yenil, daha iyi yenil.." 
                                                        Samuel Beckett

Bu seferki başkaydı... Hücum silahlarını kuşanan ve gözünü karartan Kralın Takımı, Kral’ın Kupası’nı “isyancılar”a kolay kolay kaptırmak niyetinde değildi. Ayrıca son günlerde takım üzerinde yaratılan suni,bir o kadar da gereksiz baskı Mou’ya yaramış görünüyordu. Bilmeyen kaldı mı bilmiyorum, yeniden vurgulamakta yarar var; Jose Mourinho gerilimden beslenen bir teknik adam. Üzerindeki baskı onun için pek bir anlam ifade etmiyor, takımını hedefe hazırlamaktan başka..
Oyuna şimşek hızıyla başlayan Madrid, Higuan’in ayağından kaçırdığı fırsatı gole çevirse, ağzımızın açık kalmasına neden olacak kadar yüksek bir tempo izleyebilirdik. İlk yarıyı neredeyse pozisyon vermeden kapayan misafir takımın kalesinde iki gol görmesi, futbolun adaleti (ya da adaletsizliği) ile açıklanacak kadar basit değil. Ayağa oynamanın,top dolaştırıp rakibi yormanın doktorasını yapan Barca karşısında dizginlerinden boşalırcasına hücuma çıkmak, kaleni açık bırakmak manasına gelir. Etkisiz geçen 45 dakikaya sığan iki gol de bunun getirisi özetle. Gollerden birinin duran toptan sonra gelmiş olması ya da diğer küçük ayrıntılar benim açımdan bu gerçeği değiştirmiyor. Real, bu gün sahaya çıkarken gol yemeyi kabul etmişti. Onun amacı yediğinden fazlasını atabilmekti. Bence buna çok da yaklaşmışlar, hatta haketmişlerdi bile..
Yine bilindik şok presiyle Barca savunmasına ve kalecisine zor anlar yaşatan Mourinho’nun öğrencileri, Camp Nou’da homurtulara bile neden oldu. Ne pahasına olursa olsun bildiğini okuyan Barca, oyunun belirli kısımlarında gelişi güzel ileriye top şişirmiş olsa, kimseden ses çıkmazdı.Öte yandan, yakalanan fırsatların tabelaya yansımamış olması en büyük handikap. Cebinde sarı kartla oynayan oyuncuların giderek artması da maçın kaderini çizen en önemli etken oldu.
Mesut’un ritmine bir kaç isim daha uyum sağlasa, şimdi farklı şeyler konuşuluyor olabilirdi. Buna mukabil Barca, bildiğinden vazgeçmemek adına gösterdiği müthiş direngen tavrı, yaratıcılık noktasında da sergilese yine farka gidebilirdi.
Belirtilmesi gereken en önemli husus bence şu; Oynadığı futbol her durumda bu yüzyılın ilerisinde olan Barca bile “kırılgan” olabiliyor. Nitekim 2-0’dan 2-2’ye gelen oyunun belirli bölümlerinde oyundan kopuşlarını gözlemlemek hayret vericiydi. “Ulan, demek bunlar da sen, ben gibi insanmış..” dedirtti. Ayrcaı Real Madrid’in gelenek haline getirdiği oyun kurallarını zorlayan sertliği artık iyice El Clasico’ların karakteri halini almış. Bütün hatlarıyla topa sahip olan, pas yapan, sürekli hareketli rakibi karşısında zaten başka şansı da yok Real Madrid’in. Çünkü geçmiş yazılarımdan birinde belirttiğim gibi Barca’nın “tez”i buysa, Real’in “antitez”i de bu. Ortada duran bu birbirinden çok farklı iki yaklaşımdan giderek seyir zevki daha yüksek mücadeleler çıkmaya başladı. Orgazmı tavana vurdurmak için gereken ise ibrenin biraz daha ortaya yanaşması. Güç dengelerinin nispeten yeniden sağlanması. Bunun olması için de seri Real Madrid galibiyetlerine ihtiyacımız var. Bunu, bir taraf olma, birine sempatiyle, ötekine nefretle bakma dürtümden söylemiyorum. Tamamiyle saha içerisinde olan biten onca çılgın şey, nasıl daha çılgın ve daha heyecanlı olabilir diye düşünüyorum.
Sezon sonunda ipi göğüslerse, Madrid ekibi bu anlamda ibrenin ucunu biraz dengelemiş olacak. Yine de her durumda Barca galibiyetlerine ihtiyaçları var. Ve en yaklaştıkları an bu geceydi. Eğer takım olarak sahada bu gece yaşananlardan pratik bir kaç sonuç devşirip, sertliklerini biraz rötuşlayabilirlerse, bence sevinme sırası onlarda olacak.
Oyuna kimin girip, çıktığı, iki takımın da sahaya yayılışı, taktik anlayışı filan bana göre o kadar geri planda ki, zaten bir bütün olarak sahada yaşananlar yeterince ağız suyu akıtmaya yeter. Bir de bu kadar derinine girip, devreleri yakmaya gerek yok. Futbolun bu seviyede oynandığı bir rekabete şahit olmak, yüzümde son 1 saattir anlamsızca duran gülümseme, Mesut’un ışıl ışıl parlaması, saygı duruşunda 110 bin kişinin çıt çıkarmaması, Ömer Üründül’e bile tahammül seviyem arttı sahiden. Gözüme şirin gözüktü adam. Daha ne olsun?!..
Malum, saatler sonra olağanüstü genel kurul var. Lekeler aklanacak, herkes apak olacak. Marka değerimiz arşa yükselecek. Mehmet Ağar var, daha ne olsun?.. Öncesinde bu şölen iyi geldi. Bu futbol sahiden “afyon” be kardeşim!..

25 Ocak 2012 Çarşamba

Deparına Kurban..



Dakika 90+6..Maçın son saniyeleri.Evet ne UEFA Finali,ne şampiyonluk maçı, ne de kazanılacak bir kupanın habercisi atılan gol. Ama sürekli kenardan takımını ateşlemeye çalışan, dahi olmasa da, iyi niyetinden herkesin emin olduğu, insan, adam, bu takımın hocası Portekizli Carlos Carvalhal, fuleli adımlarla tam 55 metre depar atıyor ve golün sevincini oyuncularıyla kutluyor.. Deparına kurban Carvalhal!..


24 Ocak 2012 Salı

Kanatsız Ama Karakterli...



Dişli rakibi karşısında topu gerekenden çok önce kanatlara indirmek zorunda kalan, kreatif yönden vasatı aşamayan Beşiktaş, önde yediği presle bir türlü etkili olamadı karşılaşmada. Buna rağmen tehlikeler yaratan takım, Almeida ve Edu’nun tercih hataları ve özgüven eksiklikleri nedeniyle ilk yarıyı 0-1 geride kapattı.
Önde pres yapan Gaziantepspor, ev sahibine göre kanatları çok daha etkili kullandı. Popov ve Sosa ikilisi oyunu rakip yarı alana yıkarken, merkezden destekleyen Sapara da yine başarılı bir görüntü ortaya koydu. Buna karşılık Tanju Kayhan’ın savunma performansı yüzümü güldüren en büyük etken açıkçası. Pas tercihlerini garanti olsun diye geriye oynamaktan yana kullanması dışında, kesici özellikleri ve gerektiğinde sağ ayağını da etkin kullanabilmesiyle, İsmail’in alternatifi olabileceğini gösterdi. Bana göre İsmail'in ileri çıkışlarını saymazsak, Tanju 2 gömlek daha iyi bir savunmacı. Ayrıca daha soğukkanlı ve yere daha sağlam basıyor.
Dakikalar 41’i gösterirken misafir takımın kullandığı köşe vuruşunda Beşiktaş savunması bariz bir yerleşim hatası yaptı. Gaziantep hücum oyuncuları bütün savunmayı 18’in dışına çekti. Gol olduğu anda kadrajda görünen iki oyuncudan biri sağ bek Ekrem, diğeri sağ açık Edu idi. Geri kalan bütün oyuncular, marke ettikleri oyuncuların peşinde geride kalmışlardı. Böyle olunca gol olması da sürpriz değil haliyle.. Tandem uyumunun önemini anlamak açısından bu gol, hep aklımızda kalmalı.
İkinci yarıya hızlı başlayan Beşiktaş, kanatları ilk kez Carvalhal’in istediği doğrultuda kullanabildi. İsabetli orta, pek sahneye çıkmaya niyeti olmayan Almeida’yı değerli kıldı ve tabelada eşitlik golünü getirdi. Ayrıca haftalardır yaşam belirtisi göstermeyen Simao'nun da ilk kıvılcımı ateşlediği an oldu.
57 ve 58. dakikalarda peş peşe yapılan iki değişiklik, rakibin kenar oyuncularına geniş alanlar bırakılmasını önlemek adına çok yerinde bir hamleydi. Asiste dönüşen ortasına kadar sahada varlığına dair pek işaret vermeyen Simao ve diğer kanat Edu oyundan alındı. Orta saha direncini arttırmak ve topa sahip olup, oyun hakimiyetini tam olarak elde etmek adına Necip Uysal, sağ kenarı daha işlevsel kullanabilmek adına da Holosko oyuna dahil oldu. Daha da önemlisi, kanatlardan mahrum ama karakteri, oyun direnci daha yüksek bir takım sahaya çıkmış oldu böylece.Bu değişiklik Pektemek’i kağıt üzerinde sol kenara atmış gibi görünse de, o gol bölgesine daha yakın oynamaya başladı.
Kanat akınlarından ümidi kesen Beşiktaş, tam oyun hakimeyitini eline alacağı sırada kaptırılan top, Cenk’in hatalı çıkışıyla filelere gidince hesaplar değişti. Cenk’in yediği bu tarz goller artık iyiden iyiye Rüştüvari bir hal almaya başladı. Refleksleri ve çevikliği ile çok yetenekli bir kaleci olan Cenk, bu tür çıkışlar yapmadan önce daha geniş düşünebilmeli..
Takımın 2. beraberlik golü tam kafasındaki plana göre bir goldü. Orta saha oyuncularından pozisyonuna göre uygun olan, top sürerek kenara inecek ve takımın yerleşimine göre toplar atacaktı. Nitekim Fernandes sol kenara topla hızla sokulup, güzel bir ortayla Almeida’nın ikinci golü atmasını sağladı.
Bu andan sonra iyice kapanan misafir takım, İBB hüvviyetine büründü. Oyunu soğutmak adına ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Ama zaten Beşiktaş oyunu yüksek tempoda oynama niyetinde olan bir kurguda değildi. Bu bağlamda oyunun soğuması pek bir işe yaramıyordu. Kalabalık ve akışkan orta saha sürekli alan değiştirip, boş alanları dolduruyor, Almeida,Pektemek,Veli gibi isimler ceza alanı çevresinde golü kokluyorlardı. Bu kadar sıkışan bir oyunun en uygun anahtarı Fernandes’in ayağından kazanılacak bir duran top olurdu. Nitekim öyle de oldu. Egemen ayağına gelen fırsatı rakip kaleye öyle bir hırsla gönderdi ki, topa müdahale etmeye çalışan birileri bile olsa, engel olamazdı.
 Bu son dakika galibiyeti, gol sevincini 50 metre depar atıp, oyuncularıyla kutlayan Carvalhal’e hediye olsun. Ayrıca son dakikaların takımı olarak nam salan Beşiktaş’ın eskiye selam çaktığı bir mücadele olması hasebiyle, beni ekstradan mutlu etti.
Takımda genel olarak bir düşüş var. Ama bu takımın birden fazla oyun planı da var. Kim gününde değilse, onun yerine girecek bir yedeği var. Kanat adamı yoksa, orta saha zenginliği var. Kurgu olarak yeri doldurulması en zor oyuncu sanırım Almeida. O da hocasının kendisine duyduğu büyük güvenden kaynaklı. Haftaya onsuz bir Beşiktaş, Quaresma ve Pektemek ile çok öldürücü bir kontra atak takımı haline gelebilir. İzlemek güzel olacak. Şimdiden sabırsızlanıyorum... Herşeyden önemlisi bu takımın gücünü orta sahasından alan bitmek bilmez bir mücadele gücü ve inatçı karakteri var. Bunu da sonuna kadar hocasına borçlu...

20 Ocak 2012 Cuma

Böyle Olmasaydı...



Elindeki üretkenlikten kısmen uzak ama dinamik orta sahasını deplasman kimliğinde kullanan Carvalhal, geride beklemekle takımın etkili olamayacağını anladığında 45 dakika geride kalmıştı. Bu tür mukavemeti yüksek takımlara karşı geride beklemek demek, onların tek atımlık barutuna maruz kalmak demektir. Nitekim o barut ilk yarının son 15 dakikasında Beşiktaş’ın elinde patladı. Yan hakemin göremediği pozisyon buz gibi goldü. Antalyaspor ve Şifo adına üzücü. Ama bu talihsiz hakem hatasının üzerinden etrafa çamur atmak doğru refleks değil. Bugün dünyanın futbol oynanan her ülkesinde hakem hataları tartışılır, üzerine komplo teorileri üretilir. Ama futbolun adam gibi oynandığı her ülkede de takımlar sezonluk puan barajlarını belirlerken olası hakem hatalarından doğacak puan kayıplarını da hesaba katarlar. Çünkü futbol insan kaynaklı bir spordur. İnsan faktörünü işin içinden çıkardığınızda doğallığını ve heyecanını yitirir. Sırf bu yüzden FIFA’nın çizgi kamerasına bile karşı çıktığını biliyoruz. Bu açıdan bakmak lazım...
Orta saha bloğunu öne çıkararak ikinci yarıya başlayan Beşiktaş, beklenen üretkenliğinden uzak olmasına karşın, gardını ileride tuttuğu için rakibinin hatalarına daha erken reaksiyon verecek duruma geldi. Nitekim yarım preste bile hata yapan ev sahibi golü kalesinde gördü. Bu golün “bedavadan” olduğu iddia edilebilir. Ama geride kalan maçlar bize daha manidar bir şey söylüyor; Bu takım, bu sene attığı gollerin çoğunu önde yaptığı şok presler sonrası kazandığı toplarla attı. Daha geçen hafta Necip’in presi ve güzel ortasıyla Almeida’nın kafasından gelen gol herkesin aklında sanırım.
En öldürcü silahı orta saha dinamizmini öne çeken Beşiktaş, skor avantajıyla beraber daha rahat oynamaya başladı. Buna rağmen kanatları sıfıra yakın işleyen takım sahanın gözle görülür hiç bir yerinde üstün değildi, olumlu tek hareketi yok gibiydi.  Golden 4 dakika önce gelen Pektemek hamlesi bu işlemeyen kanatları oyunun içine sokmak amacıyla yapılan bir hamleydi. Geç kalınmasına rağmen yapılan bu hamle oyunu daha çekici hale getirdi. Risk alan ev sahibi karşısında orta sahasını ileride tutan Beşiktaş oyunun kalitesini ilk yarıya göre oldukça yukarı çekti.  Yine de bu kalite tatmin edici değildi. Kanatları işlemeyen, orta sahadaki yaratıcılığı sadece Fernandes’e kalan Beşiktaş yorgun ve daha çok yorulacak. Çalışkanlığının karşılığını skor olarak alamayan takımın daha akılcı çözümlere ihtiyacı var. Tam da bu noktada Julio Alves,Mustafa Pektemek, Burak Kaplan gibi hem takımın mevcut dinamizmine kolayca uyum sağlayabilecek hem de teknik beceriyi yukarılara taşıyacak isimler gerekiyor. Rotasyona bağlı olarak bu isimler kadroya dahil edilirse, sorunların boyu kısalır. En azından üstesinden daha kolay gelinebilir hal alır. Carvalhal’in kadro iskeletine bu denli sadık kalmasının bir neden olmalı. Yoksa bu tutucu inat, ilerleyen haftalarda işin içine Avrupa maçları da girdiğinde kendisine zarar verebilir.
Takımdan ve hocadan tek isteğim daha pozitif bir anlayış, daha geniş bir rotasyon. Onun dışında bu ligin kalburüstü sonuca gitme yöntemi budur. Bu ülkenin küçük takımlarının direnç gösterme metedu da bu gün Antalya’nın yaptığı gibi sert oyundur. Halimiz ve ahvalimiz budur yani...

Bu arada eklemeyi unuttum. İsmail, kafasını kullanmak noktasında hala bir arpa boyu yol gidemediğini gösterdi bu akşam. Kronometrenin son saniyelerinde maç 2-0 giderken kaleye girecek topa elini uzatmak terbiyesizliktir. Hem Beşiktaş'a, hem rakibe, hem seyirciye, hem oyuna hakarettir. ayrıca kaleye girmesine izin verse, santrası dahi yapılmayacak gol yüzünde en az 2 hafta takımını yalnız bırakacak. Bence bunun bedelini en ağır şekilde ödemelidir.