20 Şubat 2012 Pazartesi

Sıradan Hikaye; BJK:3-2:GB

*Fotoğraf, "ntvspor.net" adresinden alıntıdır.


Rakibini karşılamak, durdurmak, etkisiz hale getirmek ve sonrasında yapabiliyorsa vurmak noktasında mahir olan Beşiktaş, bu gün tipik şekilde zorlandığı tarzda bir rakiple karşı karşıya geldi.
Orta sahasını kalabalık tutup, bu kalabalığı kuru bırakmaktan öte, ısıran, önde pres yapan ve hücumu düşünen Gençlerbirliği efektif açıdan daha üstündü Beşiktaş’a göre.Tıpkı Kayserispor, Gaziantepspor,İBB gibi...
Kazandığı ani toplarla en kısa ve garanti yoldan gole gitmeyi deneyen misafir ekip, Ersan’ın hatasında savunma arkasına sarkarak, görünürde çok kolay, ama başından sonuna kadar çalışıldığının sinyallerini veren bir gol buldu. O dakikaya kadar sahada her iki ekip adına da müspet bir tablo olduğunu söylemek mümkün değil. Tam bu ligin maçıydı adeta. Kırılma anlarının bol olduğu, maçın defalarca kez her iki takım arasında gidip geldiği... Alışılmışın dışında olan tek şey bol goldü. Zaten ligin ikinci yarısınında atılan toplam gol sayısının şimdiden ilk yarı boyunca atılanları katlamış olması şaşkınlık boyutunu azaltıyor.
Aslında maç genelinde söylenebilecekler yukarıda yazdıklarımdan ibaret ama merceği biraz daha yakınlaştırmak gerek; Kadraja öncelikle Almeida’yı almak istiyorum. 4-3-3 oynayan takımın en ilerideki oyuncusu olarak, kaleye uzak şekilde yaptığı çapraz koşuları anlayamıyorum. Ayrıca arka direk fetişinden de vazgeçmiş değil. Son derece durağan, yavaş ve alışkanlıkları dışında hareket edemeyen bir santrafor. Hem de tek başına. Hal böyle olunca onu durdurmak zor olmuyor. Etrafına ve arkasına dizili göreceli “usta” ayaklar sayesinde kafasına her maç tam isabet 2-3 top konduruluyor ve böylece gol atıyor. Bundan gayrı ne bir fikri ne de çabası var. Artık bunu söylemenin zamanı. Mevcut durumu ve potansiyeli ile yerine kim oynarsa oynasın, yokluğu aranmaz.
46’da gelen Necip-Simao değişikliği Almeida’ya işlerlik kazandırmak adına yapılan bir değişiklik ve yine göreceli olsa da yerinde. Zira merkezden hücum eden takımın santraforu taç çizgisine doğru çapraz koşu yapıyorsa, durup düşünmek gerek.  Bunu yapmasının tek mantıklı açıklaması var; kulübeden ya da gayipten “Run Hugo Run!” talimatı duyması. O cüsseyle Almeida’nın koşularından medet umacak kadar acemi bir teknik direktör tanıyacağımı sanmıyorum. O kişinin Carvalhal olacağını hiç sanmıyorum.
49’da gelen abuk subuk gol, Quaresma’nın gazını alması açısından önemli. Bildiğiniz üzere, gol atamadıkça, topla da istediği kadar oynayamadığında oyuna küsen bir yapıda kendisi. 53’te gelen mecburi Tanju-Pektemek değişikliğini takım tamamen Veli Kavlak’a borçlu. Sınırlı yeteneklerine rağmen orta sahanın her yerinde görev alabilen bir oyuncunun sol bekte de görev alabilmesi bu topraklardan yetişen hiç bir futbolcunun meziyeti değil. En azından ben şimdiye dek görmedim. Gören varsa, söylesin, adına şarkılar yazalım. Orta sahanın her iki kanadı ve ortası olmak üzere, gereğinde kanat beki olarak da oynayabilecek bir oyuncun var mı Milli takımında?. O zaman bu adamı sınırlı becerisi yüzünden suçlamak noktasında tek kelime etmeye hakkın yok. Hala kafası kesilmiş tavuk gibi sahada dolanan Necip Uysal ise senin “yeteneğin”, daha konuşmamız gereken çok şey var demektir usta.
60’da gelen Zec-Yasin değişikliği beni çok korkuttu açıkçası. Orta saha bloğuyla böylesine efektif oynayan bir takım işin içine kanatlarını da katarsa, bizi dümdüz eder herhalde dedim ama neyse ki, Ankara’da oynanan ilk maça benzer bir tablo olmadı. Ekrem, söylemesi anlamsız  olsa da “günündeydi” (asist bile yaptı adam) Gençlerbirliği Hurşut-Yasin ikilisiyle kanatlarını işler hale getiremedi. Buna Ekrem değil, Beşiktaş'ın orta sahası blok halinde izin vermedi. 58’de Ekrem’in Almeida’nın kafasına kondurduğu orta takımın ona alıştığının göstergersi. (28.hafta oynanıyor!) Almeida koşarsa, arka direğe koşar. Sanırım artık bunu 5 yaşındaki çocuklar bile biliyor. Bu nedenle kademe anlayışı normalin bir karış üzerindeki hiç bir takıma karşı pozisyon zenginliğini eline geçiremiyor Beşiktaş. Yakalanan tehlikeleri de cömertçe harcıyor. Zira şut yüzdesi berbat, Almeida savruk. Kaleci bayıltan sol ayağından tek bir örnek bile göremedik, bizi bayılttı.
70’ de gelen misafir takımın golü, giderek Rüştü’ye benzeyen Cenk tespitimin taçlandırılması adeta. Gelecek adına kaygı verici. Onur Kıvrak’la görüşmelere başlamak lazım. Hazır Tolga üzerine bir yürk almış ve gayet de iyi giderken bu kadar üst düzey iki kaleci Karadeniz Fırtınası’na fazla. Ama yabancı kaleci almaya da hiç gerek yok. Cenk oynasın. Son 10 senedir kaleye gelen, giden yabancıları içinizden düşünün. Bana hak vereceksiniz...
73’de gelen gol yine saçma sapan Portekiz yapımı. İçeriye kesilmek istenen top, savunmadan seker, Fernandes sert ve isabetli vurur. Dakikalar öncesinde tam bir sorumsuzluk örneği olarak gördüğü sarı kart unutulur, haftaya Galatasaray deplasmanında “bu takım neden oynamıyor hafız ya?” diye sorulur eşe dosta rakı sofrasında. Sınırdayken böyle ucuz kart gören adamın kulağı çekilmeli. Bedeli ne olursa olsun.
78’de Onur Bayramoğlu’nun oyuna girmesi kimlere kapak olsun bilemedim. Taş gibi çocuktu. Ne ara elimizden uçtu, oralara gitti haberim bile yok. Oysa bize kendi evlatlarımız lazım. Anlat anlatabilirsen..
80’de Quaresma-Alves değişikliği beklenen ve özlenen hamle. Bu çocuğun kumaşında iş var. Olur bu. Üzerinde durulmalı.
Egemen Puyol değil,ama Nesta’yla her türlü kapışır. Yokluğunda Ersan’ın performansı sırıttı haliyle. Ama Ersan’ın da zamana ihtiyacı var. Hemen adam yutmamak lazım. Egemen’in kıymetinin bilinmesi adına iyi oldu aslında. Onun dışında Hilbert geri dönsün, Alves takıma monte edilsin, Fernandes yaş odunla dövülsün, Quaresma 5 kilo verene kadar saunaya kapatılsın. Haftaya bu takım Arena’dan 1 puanla çıkar, Braga maçı Galatasaray derbisinin bal gibi provası kabul edilebilir. Herkes konunun özüne odaklansın; “Yeter Demirören, Yeter!”...

14 Şubat 2012 Salı

Braga'lım Gelsinler; BRA:0-2:BJK


                                                                 *Fotoğraf "ntvspor.net" adresinden alıntıdır.

Braga karşısına çok dengeli ve disiplinli bir kurguyla çıkan Beşiktaş, ilk dakikadan son dakikaya kadar dersine iyi çalıştığını gösterdi.
İlk 20 dakika geride kaldığında Braga adına net bir tehlike yokken, kurulan yalancı baskı sayesinde Quaresma ile iki pozisyon yakaladı takım. Kadıköy deplasmanından Holosko’nun yaptığı tercih hataları gibi Quaresma’nın bel kırmalara doymaması, bu pozisyonların harcanmasına neden oldu. Ben bir futbolsever ve Beşiktaşlı olarak mevcut durumda Quaresma’nın bel kırmalarını değil, Holosko’nun tercih hatalarını yeğliyorum. Zaten Carvalhal de Quresma’nın bencilliğini tolere etmek adına onu ileri alanda kendi halinde bıraktı ve geriye kalan 9 oyuncusuyla alanını kusursuz şekilde savundu, oyun kurdu, top yaptı, tempoyu ayarladı.
Çoşkusu, konsantrasyonu ve oyun planıyla bu 9 isim, sahada yapılması gerekenleri harfiyen yaptı. Rakibi analiz etmek noktasında bence çok mahir olan Carvalhal’in isteklerini yerine getirdi.
Necip maç boyunca sağ kenara yakın durup, Toraman’ın rahatlattı. Fernandes hariç geri kalan bütün oyuncular sürekli alan paylaşarak, hareket ederek oynadı. Sık sık dile getirdiğim “akışkan kurgu” böylesine üst düzey bir maçta kusursuz şekilde işletildi. Simao sahada çok gözükmese de, gereksiz işler denemedi. Veli her zamanki gibi mücadele etti. Tanju savunma bilgisini ön plana çıkardı. Rakibin kanatları işlemez hale getirildi. Göbekten gelmeyi denediği anlarda da Ernst çok güzel direndi ve karşıladı.
Deplasman planı tıkır tıkır işlerken, Türk hakemleri adına da şahane dersler çıkarılabilecek bir pozisyon oldu maçın 29. dakikasında. Cebinde sarı kartla oynayan Barbosa, hakemi aldatmaya yönelik hareketinden dolayı ikinci sarıdan kırmızıyı aldı ve takımını 10 kişi bıraktı. Hollandalı hakem en ufak bir tereddütte kalmaksızın kuralı uyguladı. Bu dakika maçın önemli bir kırılma noktasıydı ancak Beşiktaş  için oyun planını bu şekilde sürdürdüğü sürece zaten sahada büyük bir tehlike görünmüyordu.
Eksik kalan Braga karşısında ligte yapamadığını yapan konuk ekip, topa bastı, ani ataklarla dengeli  koşular yaparak ev sahibini zor durumda bıraktı. Şapkadan tavşan çıkaran Fernandes kornerden yine harika bir top kesti ve Sivok açılışı yaptı.
İlk yarıyı gol avantajıyla önde kapatan takım, ikinci yarıda taktik anlayışından en ufak taviz vermedi. Risk alıp, daha da kalabalık şekilde üzerine gelen Braga’ya karşı ayarsız bir şekilde geri çekilmek yerine 1 kişi fazla olmasının avantajını kullandı. Fernandes’in 60 metre sürdüğü topta Simao’nun önüne yuvarlanan  ince pasla oyunun fişi çekilmiş oldu.
Dakikalar 66’yı gösterirken Quaresma-Almeida değişikliği son derece doğru bir hamleydi. Zira giderek gol atma hırsına bürünen Q7, topla oynamak adına da pek şans bulamayınca en uçta çok edilgen kaldı. Almeida’nın girişi ise mevcut planı değiştirmediği gibi daha da işler kıldı. Kulübede hücum yönü biraz daha becerikli 1-2 isim olsa, 3 hatta 4’ü bulmak çok olasıydı.Ne şekilde olursa olsun, rakip Braga gibi komple bir “takım” olunca bu tür farkı arttırma çabalarına meyil etmek çok pahalıya mal olabilir. Bu durumu son derece isabetli bir şekilde süzen Carvalhal gereksiz risk almadı ve oyunu tertemiz bir şekilde bitirdi.
Başından sonuna kadar bence Carvalhal’in maçıydı. Oyuna müdahaleleri, oyuncu değişiklikleri ile çok eleştirilen Portekizli hocanın hakkı geç de olsa bu maçla beraber sanıyorum teslim edilir. Kendisi rakibi analiz etmek ve ona göre plan yapmak noktasında çok yetenekli. Bu yeteneğinin yanına özverisini de eklediğinde takım için çok faydalı işler yapıyor. Hücumu sınırlı oyuncularla düşünmesi ve oyuncularındaki beceri noksanlığı bence en büyük handikapı. Becerisi yüksek isimlerin savrukluğu da ortadaki handikapı düzeltmeyi imkansız kılıyor. Gelecek sene transferlerini merak ediyorum zira bu kadroda çalışmayı düşünmediği çok isim var. Onların yerine ne tür oyuncular alacağı, nasıl bir politika izleyeceği muamma. Ama ben o konuda da kendisine güveniyorum.
Futbolun basit doğrularıyla hareket eden ve nispeten sınırlı bir hücum gücüyle gol arayan Carvalhal, bence yetenekleri üst düzey isimler arayacaktır takımı için. Veli,Fernandes,Ernst orta sahasının kenarlarına ya da bu bloğun önüne konacak yetenekli ama daha sorumluluk sahibi 1-2 isim takıma kademe atlatacaktır.
İstanbul’da oynanacak rövanş için ise yine temkini ön planda tutan ve rakibi kale alanı çevresine pek yanaştırmamayı esas alan tutucu bir formasyon ile çıkacaktır. O maçta oyunun merkezini rakip yarı alanın ilk metreleri ile kendi yarı alanının son metreleri olarak belirleyeceğini düşünürsek, Almeida ile başlamak mantıklı gibi ve ben öyle yapacağını düşünüyorum. Zaten Braga da öyle deli gibi hücum düşünen bir ekip değil. Aksine rakibin topla çıkışları sırasında gafil avlamak üzerine kurulu ve çok dengeli bir takım.  Yine kolay bir maç olmayacak. Hatta bu akşamkinden zor olacak. Ayrıca Braga asla ve asla kötü bir takım değil. Bu akşam bu takımı böylesine kilitlemek ve tek pozisyon bile bulmasına müsaade etmeden maçı 2 farkla bitirmek sonuna kadar takdiri hakediyor.


12 Şubat 2012 Pazar

Sow'un Sırtı, Alex'in Yüzü; KAR:2-1:FB


                                       *Fotoğraf "ntvspor.net"ten alıntıdır.
Gözde futbol yorumcuları tarafından, kişisel performansların düşüklüğüne ve içinde bulunduğu özel sürecin etkisine bağlanarak “kötü” ilan edilen Fenerbahçe üzerine bir analiz yapmaya karar verdiğimde Karabükspor maçının 40’ncı dakikasıydı. Elbette içinde ve etrafında yaşanan her şey, bir takımın form durumuna etki edebilir. Ama sahada görünen oyun planının bahanesi ya da özrü yoktur. Bu bağlamda, Fenerbahçe’yi dışarıdan bir göz olarak ve sadece oyun planı dahilinde değerlendireceğim. Duruma benden çok daha vakıf Fenerbahçeli blog yazarları elbet vardır. Konuya başka açıdan bakmanın ileriki maç yazıları adına onların da yararına olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca futbol çok değişken bir oyundur ve bence skordan tamamen bağımsızdır. Yarın Sow çıkar 5 gol atar, egemen medya kocaman puntolarla kendisini “aranan kan” ilan ederse, şu yazacaklarımın tek satırını dahi geri almam. Ben tabelada gördüğüme değil, sahada gördüğüme bakıyorum.
Karabük deplasmanında maça kanatlarda Stoch-Caner ikilisi ile başlayan Fenerbahçe, yeni transferi Sow’u sırtı kaleye dönük duvar olarak kullanma niyetindeydi.(mecburiyetindeydi aslında.Çünkü bu orta saha kurgusu ile başka bir şey oynamak pek olası değil)  Zira her iki kanat adamı da ters ayaklı olarak farklı kanatlarda yer alıyor, Alex’in aklı, Sow’un indireceği toplar ya da sırtı dönük aldığı toplarla yüzünü kaleye adam eksilterek döndüğü anlarda ve kenardan içeri deplase olacak ele avuca sığmaz iki kanat adamıyla gole gitmeyi düşünüyordu takım. Orta sahada Baroni-Topuz ikilisi rakibi ilk karşılama görevini üstlenmiş ve dönüşümlü olarak ataklara da destek veriyor, Topuz’dan farklı olarak Baroni uzaktan şut serbestisi ile oynuyordu. Bu düzen içerisinde Fenerbahçe maçın tamamında tek bir net pozisyon bile bulamadı. Bence bulması da beklenemezdi.
Çünkü Sow,Niang gibi sırtı dönük top alıp, yüzünü kaleye dönmek için gerekli teknik donanıma sahip değildi.Sow’un adam eksiltebilmesi için, yüzü kaleye dönükken top alması ve önünde kalabalık bir savunma kurgusu olmaması gerekiyordu. Ama en uçta tek kalan, top indirmek için sırtını hep kaleye dönen yeni transfer, rakibin markajından ve oyun kurallarının dışına çok taşırmadan uyguladığı sertlikten çabuk yıldı.
Sow’u duvar olarak kullanmak, arkasında ona merkez santrafor muamelesi yapan Alex varken biraz anlamsız kalıyordu. Ayrıca her iki kanatta yer alan Stoch-Caner ikilisi topla katetmeyi seven oyuncular olduğundan Sow’un indirmekle yükümlü olduğu toplara peşinen uzak kalıyorlardı. Bundan daha vahim olan ise, Sow ilk yarı geride kalmasına rağmen henüz hiç top indirememişti. Kalabalık savunma ve bire bir adam markajının arasında sıkışan yetenekli forvet, Lille takımında hiçalışık olmadığı bir roldeydi.
Kocaman, sanırım bu etkisizliği görüp, kanat adamlarının yer değiştirmesini istedi ilk yarının ortalarından sonra. Ancak bu formülasyon da oyune pek etki etmemiş, topa sahip olmak konusunda sıkıntısı olmayan Fenerbahçe’nin rakip kale önündeki faaliyetleri beklenenin çok altında kalmıştı.
İkinci yarıya başlarken Dia hamlesi bekledim Aykut Hoca’dan. Ama o sanırım önce rakibin nasıl konumlanacağını görmek istedi. Rakibin kendiliğinden geri gömüldüğünü gören Kocaman, Sow’un yüzünü kaleye döndürecek hiç bir şey yapmadı maç boyunca. En yaklaştığı an bence Dia’yı oyuna almaktı ama bu defa da Zıegler’i kenara alarak, zaten eksik Gökhan Gönül’le işlevsiz hale gelen sağ kanadı gibi, sol kanadını da eksik bıraktı. Sol beke geçen Caner, önündeki Stoch ile oynuyordu bu sefer. Yani topla katetmeyi, şut çekmeyi, adam eksiltmeyi seven iki kenar adamının ilk yarı boyunca Sow’u  sahada hayalet gibi gezdiren karşılıklı varlığı bu defa aynı kanatta ard arda sıralanmıştı.
Takımda Sow’un yeri belli ama görevi belli değil. Zaten bu takımda Bienvenu varken, Sow’un kurtarıcı olarak görülmesi akıl alır gibi değil. Aslında bu kurgu içerisinde Fenerbahçe Mehmet Yıldız’ı sahaya koysa, Stoch gol kralı olabilir.Mevcut düzende Alex-Stoch-Caner üçgeninin önünde duvar olmayı bilen her oyuncu, vuruş becerisi normalin üzerindeyse Fener’e ilaç olur. Almeida mesela bu oyun kurgusunda Fenerbahçe için biçilmiş kaftan. Ama Sow’un şu planla sahadaki varlığı çok anlamsız. Takıma da, Fransa Lig’i gol kralına da yazık...
İlk transfer edildiğinde şüphelerimi yazmıştım. Şimdi üzerine biraz ilavede bulunacağım; şu görüntüsüyle Sow, ligimizde en iyi Galatasaray’da oynar. Hareketli yapısı, bitiriciliği, boş koşuları, bencil olmayan oyun yapısı ile Terim’in 4-4-2 kurgusunda Elmander’in yanında 20 gol barajını güle oynaya geçer. İleride tek forvet olarak, arkasında serbest 10 numara, kenarlardan yeterli desteği almadan, sırtı kaleye dönük duvar vazifesi görmekle yükümlü olduğu her takımda ise, performans düşüklüğü ve uyum sorunu yaşar. Zaten devre arasında gelmeden öncei Lille takımı adına 7 gol atmış olması, Lille’in değişen oyun yapısında zorlandığının işaretiydi. Geçen senekinden farklı olarak daha çok geriye gelip, oyunun içine katılıyor ve stabil durumda olmasa da, yine duvar görevi görmeye çabalıyordu.
Özetle Fenerbahçe, oyun anlayışında bir değişikliğe gitmediği sürece, Sow’un yüzü kaleye döndürülmediği sürece, oyun içerisinde sıkıntılar yaşar. Hele bu akşamki gibi yokluklarıyla takımın form durumunu inanılmaz büyük şekilde etkileyen isimleri de işin içine katarak, önündeki maçlarda “sürpriz” gibi görünen ama çok olası mağlubiyetler alabilir. Orta saha-forvet arasındaki bu kopukluk, savunma-orta saha arasındaki bağlantıyı kesecek kadar güçlü bir takımın karşısında da yaşanırsa, felaket olur. Takım iflas eder.

Ayrıca Sow için;

"12 şubat 2012 kardemir karabükspor fenerbahçe maçı'nda ortaya koyduğu etkisiz performans asla onun suçu değil. takımda ona yardım etmekten sakınan birilerinin olduğunu da söyleyemeyiz. ama arkasında sadece alex'in olması, onu bir niang yapmıyor. yarısı bile yapmıyor.. emenike'yi elinden kaçırdığı için hayıflanan fenerbahçe'nin aslında bir mehmet yıldız ya da bir hugo almeida'ya ihtiyacı var. ya da çok nadir bulunacak yeteneklere sahip bir niang daha bulup, onun her şeyi yapmasını sağlayacaklar. sow, pek çok şeyi iyi yapabilir. ama her şeyi mükemmel yapamaz..

ayrıca bu adam lille'de gol kralı olduğunda yanında gervinho vardı, yakın oynadığı kanadı silip süpüren bu deli adam yetmez gibi, diğer tarafta eden hazard gibi genç bir yetenek savunmadan en az bir adam bağlıyordu. ayrıca bu sene premier lig'te newcastle ile çılgın atan cabaye sürekli bu hayvani hücum hattına destek veriyordu. ayrıca lille, sow'u sırtı dönük duvar adamı olarak değil, yüzü kaleye dönük sprinter forvet olarak kullanıyordu. kazanılan toplarla ani geliştirilen ataklar, hazard-cabaye-gervinho üçlüsünün önünde gol sezgileri ve mücadele gücü normalin üzerinde olan sow'u kolayca gol kralı yapıyordu.

fenerbahçe'de sırtı dönük oynamaya devam ederse, ikinci bienvenu vakası gibi bir şey olur...yüzü dönük oynamasının yegane yolu ise, fenerbahçe'nin kanat akınlarını çeşitlendirmesi ve her iki kanadını da mümkün olduğunca işler hale getirmesidir. sağ ayağıyla çıkardığı sürpriz şutlarla sol kenarda serbestesi olan stoch, sow'u beslemeli, alex takımı daha çabuk kontra atağa kaldırabilmek adına daha yüksek tempoda oynamalı ve sow'un önüne toplar atmalı. sow'u kalabalık defans hattından kurtarmak için stoch gibi sağ kenardan da oyuna hem bekini hem kanat hücumcusunu (bence o kişi dia olmalı) oyuna dahil etmeli.

gökhan gönül ve emre'nin takıma dönmesiyle sow'un performansında gözle görülür bir artış olur ama bu lille'deki parlak günlerine dönmesine yetmez. olur da fenerbahçe oyun planını onun önüne toplar atmak üzerine yeniden revize eder, bekleri de dahil olmak üzere kanat adamlarını oyuna sağlıklı bir şekilde dahil ederse, sow leblebiye bağlar.

ayrıca bu gerekli revizyon, bir kaç seneye kadar alex'i kaybedecek fenerbahçe için iyi bir geçiş süreci de olur. bu açıdan da takımın bu adama göre oynamayı öğrenmesi, en azından deneyip, tecrübe etmesi bence çok önemli...

ya takım sow'a göre oynayacak ve onun yüzünü kaleye döndürecek, ya da sow'u bu haliyle kabul edip, takımın gol yükü alex ve kanat adamlarına yüklenecek. bu da kısa vadedeki seçeneklerden biri."

diye yazdım şurada. Bunu da eklemek gerek diye düşünüyorum.

9 Şubat 2012 Perşembe

Noel Baba; SİV:1-1:BJK


                                           * Fotoğraf "sporx.com"dan alıntıdır...

Kadıköy deplasmanında görmeyi arzu ettiğim ama bulamadığım orta saha dinamizmi, Sivas’ın karlı zemininde ortaya çıktı. En gözle görülür olanlar; Veli ve Ernst’in dikine pasları,Mustafa Pektemek’in indirdiği, mücadede ederek kazandığı, arkadaşlarına servis ettiği sayısız toplar, son olarak Fernandes’in giderek Noel Baba’ya dönüşmesiydi...
29 yaşındayım, kafasına yağan kar tanelerinin erimediği, üstelik saçıyla bu denli bütünleştiği,adeta peruk gibi durduğu bir adam ilk kez görüyorum. Top yeteneği, kıvraklığı, zekası, gücü, vücudunu kullanmakta ve oyunu okumaktaki ustalığını da ekleyince, bu akşamki görüntüsüyle Manuel Fernandes, başka bir gezegenden geldiği şüphelerini iyice arttırdı. Gole dönüşen duran toptaki ustalığını bir kez daha gösteren Noel Baba, bu takım için büyük şans ve her maç torbasından gol-asist çıkarabilecek kalibrede...
İlk yarı boyunca Beşiktaş adına her şey iyiydi. Topa basan, dikine ve cesur oynayan takım, her hattıyla güven verdi. En zayıf halka Toraman’ın kırmızıya çalan sarı kartı dışında (ki tam alışılagelmiş şekilde sırtı dönük adama takla attırdı) herkes görevini yapıyordu. Bu ahenk içerisinde göze en çok batan isim Pektemek’ti. Fiziki dezavantajına rağmen hava topları başta olmak üzere oyunun her alanına müdahale etti. Kendi kale önünden toplar kazandı, pas dağıttı, oyunu açtı, pozisyona girdi,asiste dönüşmesi çok muhtemel servisler yaptı. Şu görüntüsü Almeida’nın “duvar” görevini de yerine getirebileceğini gösteriyor.Daha da fazlasını vaad ediyor. Bu bağlamda çok umut verici.
Pektemek dışında adından söz edilmesi gereken diğer etken Beşiktaş’ın omurgası konumunda olan “dinamik orta sahası”. Bu kavramı biraz açmanın zamanı geldi. Zira sadece koşarak bu payeyi almış değil bu orta saha. Pozisyon gereği kanat adamları dahil herkesi her yerde görebiliyoruz bu kurguda. Fernandes, Pektemek’ten aldığı pasla ceza sahasının sol kenarında kaleciyle karşı karşıya kalıyor, Necip, sağ kanattan topla dribblinge kalkıyor, Veli kağıt üzerinde kenar oyuncusu olmasına rağmen merkeze yanaşıp, atakları kesiyor, Ernst maestro gibi uzun toplarla koşu yapan arkadaşlarına sürpriz toplar atıyor. Herkes sürekli alan değiştiriyor. Bu hareketlilik yetmezmiş gibi takımın santraforu Pektemek’i bir anda kendi kale alanında topu uzaklaştırırken görüyoruz. Ya da sırtı dönük top alıp, atağa kalkan oyuncuların önüne top atarken...
Skor avantajı cebinde ikinci yarıya başlayan Beşiktaş, geçen hafta Fenerbahçe’nin yaptığını yaptı ve bir anda oyundan elini eteğini çekti. Zeminin kötülüğüne rağmen, çok abartmadan ayağında top tutabilir, rakibi koşturarak yorabilir ve aktif dinlenme modunda sürpriz kontralar arayabilirdi. Bu takımın en büyük zaaflarından birisi bu zaten. Skor avantajını elde ettiği anlarda kontrolsüz şekilde arkaya yaslanıyor. O dinamik orta saha kurgusu, tamamen topsuz oyuna konsantre oluyor. Topu kazandığı anlarda akordeon gibi açılamıyor,(çok ekstrem bir örnek ama Real Madrid’in nasıl hücuma çıktığını dikkatle izleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız) şaşkın şekilde ileri kontrolsüz vuruşlar geliyor. Böyle olunca da savunma disiplini sağlam olmasına rağmen direnç giderek düşüyor. Oyun tek taraflı hale bürünüyor. Giderek içeri gömülen Beşiktaş, her kademesiyle (kaleci dahil) hataya müsait bir hale geliyor. Uzaktan yenen golün açıklaması da bu. Erman’ın vuruşu her ne kadar usta işi olursa olsun. Topu kenardan içerik çekip, 2 adım atan rakip oyuncuya 3. adımını attırmamak adına en az 3 kişinin basması, birilerinin kendini topun önüne atması gerek. Oysa o anda takım bütün hatlarıyla geriye gömülmekte. Böyle olunca Erman için oradan bir şut çıkarmak zor olmuyor. Tüm bu etkenler birleşince de, 1 puana razı oluyorsunuz işte...
İlk yarıdaki pozitif görüntüsünü ikinci yarıya taşıyamayan Beşiktaş sahadan 1 puanla ayrıldı ve bu hakedilmiş bir durum. Carvalhal adına en şanssız durum ise, tam da düşen takım direncini yukarı çekmek adına hamle yaptığı sırada golün gelmiş olması. 84’te oyuna dahil olan Ersan sol beke, Tanju sağ beke, Toraman savunma önüne kaydırılmıştı ki, rakibi ilk elden karşılamak ve uzaktan şut çekmelerini önlemek adına akıllıca bir önlemdi. Takımının ikinci gole gitme yönünde pek istekli olmadığını, mevcut şartlarda bunun pek de mümkün de olmadığını okuyan Portekizli hoca, en müspet hamleyi yaptı. Ama futbol, hocanın çatısına kar yağdırdı. 85’te gol geldi.
O andan sonra yapılacak pek bir şey kalmamıştı aslında. Zaten pek bir şey de yapılamadı.
Sonuç olarak, ilk yarı sahada görünen kurgu,azim ve yardımlaşma 90 dakikaya yayılmalı. Ayrıca takım maçları koparacak kilit anlarından daha karlı şekilde çıkmayı öğrenmek zorunda. Karşı karşıya kaçan 3 pozisyon var. Şut yüzdesi hala yerlerde. Bunlar yukarı çekilmedikçe, peş peşe sıralanan artılar, oyunun niteliğine etki etse de, skorun niceliğini değiştirmiyor. Şu ağır aksak kurgunun içine statik ve ruhsuz Almeida ile şımarık Q7 de girince iş içinden iyice çıkılmaz bir hal alıyor işte. Haftaya Gençler maçında ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. (Umarım haklı çıkmam)

6 Şubat 2012 Pazartesi

Güzel Takım,Güzel Taraftar..

Şöyle görüntüleri ülkemizde izlemeyeli ne kadar oldu? Takım ve taraftar arasındaki mesafe neden bu kadar uzak tutulur? Feyenoord takımı, Ajax'ı 4-2 yendikleri maçtan sonra galibiyeti taraftarlarıyla beraber kutluyor.Hem de ne kutlama!...

5 Şubat 2012 Pazar

Tatsız,Tuzsuz;FB:2-0:BJK



Maç öncesi televizyon yorumcularının maç hakkındaki görüşlerini hayretle izledim. Moussa Sow’un gelişiyle bütün sorunlarını halletmiş sandıkları Fenerbahçe’nin farklı bir galibiyet elde edeceği noktasında emin gibiydiler. İki takım arasındaki güç dengesini böylesine Fenerbahçe’ye kaydıran etken neydi, çok merak ettim doğrusu...
İki kanat beki de devşirme olan Beşiktaş, kornerden yediği gol haricinde ev sahibi takıma pozisyon vermedi. Buna mukabil Holosko’nun alışılagelmiş tercih hatalarından net pozisyonlar cömertçe harcandı.
Kornerden yenilen golde kafayla altıpas bölgesine indirilen topta hiç bir Beşiktaşlı oyuncunun olmaması bariz bir savunma hatası. Ev sahibi takımın duran top çalışmasına atıfta bulunmak için çok basit bir gol bu. Zira aynı Beşiktaş, Kiev deplasmanında yine altıpas içerisinden rakibine yarım vole vurdurmuş bir takım. Bu bağlamda yenilen golü takımın zayıf karnına bağlıyorum.
Bunun dışında ne bir baskı, ne bir oyun planı, ne tempo, ne ön alan presi var Beşiktaş’ı rahatsız eden. Topla oynama yüzdesini de ikinci yarıyla beraber eline geçiren takım, rakip kaleye gidemiyor. Çünkü bu iş için gerekli donanıma sahip yetenekli ayakları yok. Olanlar da sorumsuzluk duvarlarını çoktan aşındırdı.
Geçmiş yıllarda iki takım arasında oynanan maçları izliyorum. Gözüme çarpan hücum adamları şöyle; Tümer Metin, Sergen Yalçın, Ahmed Hassan, İlhan Mansız,Kaan Dobra, Pascal Nouma... Bugün Beşiktaş adına gol atma potansiyeli taşıyan isimlere bakıyorum ve rakip kaleye neden gidemediğimiz hakkında net fikirler edinmeme yeterli oluyor.
İki takım ve ülke futbolu adına ise bugün sahada “futbol” diye oynanan şeye isim bulamıyorum. Allah hepimizi Avrupa kupalarında formda bir takımdan korusun.
İlk yarıyı skor avantajıyla bitirmiş ev sahibi Fenerbahçe’ye bakıyorum. Maçta oynaması mucize iki adamı sahaya sürmekle kalmamış, takımla henüz 2 antrenman yapabilmiş yeni transferi kadroya dahil etmiş. Nitekim, henüz yarım saat dolmadan her ikisi de sekerek oynamaya başlıyor. Ayrıca gol attığı dakikaya kadar Moussa Sow topla 3 ya da 4 kere buluşmuş. Rakibe göre ne bir plan söz konusu, ne bir tempo yapma gayreti. Koca Fenerbahçe’nin yegane planı Stoch’un kanat bindirmeleri. Toraman’ın sert markajından yılan Alex sahada hiç yok. Baroni Gökay’dan daha kaliteli diyen adamın futbol zekasını sorgularım. Böylesine sıkıcı bir kurguda, markaj delisi olmuş Alex’i oyundan alıp, öbür kanadına Dia ile can vermeyi düşünemeyen teknik direktörün büyüklüğü bence iyice tartışılmalı.
Beşiktaş adına da durum bundan pek farklı değil. Sakat ve cezalıların fazlalılığı elbette büyük sorun ama sahadaki on bir, mücadele gücü oldukça yüksek, ikinci yarı itibariyle oyun üstünlüğünü ele almış.Tek ihtiyacı olan teknik açıdan daha donanımlı bir kaç isim. Burak Kaplan ve Alves’i böylesine bir maçta düşünmemek, Simao’nun amaçsızlığına tahammül etmek anlaşılır gibi değil.
Öte yandan, sezon başından beri Beşiktaş’ın orta saha oyuncularının şut yüzdesi hakkında hemen her maç sonrası serzenişte bulundum. Bu gün çekilen şutlardan önce “üstten aut” diyorsam hiç heyecanlanmadan, ortada bariz bir sorun olduğunu kimse inkar edemez. Bu takım Veli-Necip-Ernst üçlüsü ile çektiği şutların abartısız yüzde 90’ını aynı şekilde üstten auta yolladı. Zaten rakip kaleye gitmekte böylesine zorlanan bir takımın şut yüzdesinin düşüklüğü de son oynanan oyunun faturasıdır bir noktada.
Carvalhal cephesinde oyuna müdahaleler büyük yanlışlıklar içermemekle beraber, takımın rotasyonunun 13-14 kişiyle sınırlı kalması en büyük handikap. Artık rotasyonu genişletmek açısından uygun zamanlar da değil. Liderle arasındaki puan farkı 9 olan Beşiktaş önündeki her maçı şartsz koşulsuz kazanmak için oynamalı. Peki oynayabilir mi?... Sanmıyorum.
Yukarıda da değindiğim gibi ülke futbolunun iki lokomotif takımının, ikisininin de kazanmak zorunda olduğu maçta oynadığı futbol budur. Varın siz düşünün, zaten zevksizliği tescilli Fenerbahçe-Galatasaray maçını...

2 Şubat 2012 Perşembe

Kamburlaşan Yıldızlar; BJK:0-1:MİY




Beşiktaş’ı hücuma kaldıran, savunmaya yardım eden, top dağıtan, oyunun temposunu ayarlayan, omurgasını ayakta tutan orta sahasından eser yok Antalya maçından beri. Veli-Ernst-Necip üçlüsü savunmadan ilk topları almaya geldiklerinde çoğu zaman geriye doğru yöneliyorlar. Bu yönelim sonucu takım sahaya dengeli şekilde yayılamıyor.

Toraman’ın varlığı, orta saha oyuncularına bağlı kalmaksızın olgun atak geliştirmeyi imkansız kılıyor. Zira Toraman topu oyuna sokmak noktasında Gökhan Zan muadaili bir görüntüde. Üstüne üstlük amaçsız şekilde ve her seferinde sırtı dönük oyuncuya faul yapıyor. Sivok’u maçın her noktasında arıyor takım. Oyunu kuramayan Beşiktaş, kanatlara sırtını yaslamayı denediğinde ise kamburlaşan yıldızlarına takılıyor bu kez. Adam eksiltmesi, oyunun yönünü akıcı şekilde değiştirmesi, merkez santrafor Almeida’ya destek vermesi, kenar beklerine koridor açması, içeriye toplu ya da topsuz koşular yapması gereken isimler bunların hiç birini yapamadığı gibi sahanın en düşük pas yüzdesi ile oynuyorlar.

Hal böyle olunca, Egemen uzun oynuyor, Almeida indiriyor. Topa yanaşan olmuyor. Dönen topları alamayan takım, oyuna ağırlığını koyamıyor. Pas alışverişi küme düşme hattı ayarında...
İlk yarım saat içerisinde yaşanan talihsiz sakatlıklarla beraber zaten topallayan takım, yüz üstü yere kapaklanıyor. Koca maç boyunca tek olgun atak girişimi yok. İlk yarının son dakikasında Beşiktaş’ın yapamadığını Mersin yapıyor. Atılan gol ders niteliğinde; Uzun topla aniden değişen oyunun yönü, bütün orta saha ve savunma hattını edilgen kılıyor.çünkü rakibin iki kenar adamı kanat değiştirmiş. Tisdell sol kenara deplase olmuş. Yere inmeden içeri ortalanan top Beşiktaş ağlarına gittikten 1 dk sonra ekrana yansıyan istatistik her şeyi anlatıyor; Kendi sahasında ligin küme düşme adaylarından birini ağırlayan Beşiktaş tam 45 top kaybıyla oynuyor. Üstelik ne Kayseri gibi etkin bir ön alan presine maruz kalmış, ne de Antalya gibi sahaya dengeli yayılan bir rakip var karşısında. Buna rağmen bir defa bile kanat hücumcuları çapraz koşu yapmamış, hücumun yönünü değiştirmemiş, ne Simao sağ kenarda görülmüş, ne Edu sahanın sol kenarına adım atmış...

İkinci yarı da aynı senaryoda başlıyor. Quaresma ve kiloları, “kurtarıcı” rolünde sahaya giriyor. O dakikaya kadar diğer “kurtarıcı” adayı Simao’nun ceza sahasına orta sayısı sıfır.Orta girişimi belki iki. İsabetli pas sayısı ise isabetsizlerden az..

Kimse, bu takımın “yıldızlarından” topu 60 metre sürüp, 4 kişiyi geçip, topu çatala asmasını istemiyor. Rakip takımın Erdal-Tisdell ile yaptığını deneseler yeter.

Oyunu yönlendirmekle görevli üç merkez oyuncusundan sadece Necip, o da 3 defa topla dribbling denemiş. O cılız denemeler bile rakip kalede tehlike yaratmaya yetmiş. Ama bir vites yukarıya çıkamayan takımın yükünü kimse sırtlanmıyor. Veli ve Ernst’in çalışkanlığı, düşük pas yüzdelerinin ve sürekli kendi kalelerine dönük oynamalarının etkisiyle asla işe yarar noktaya  gelmiyor. Son darbe 84’te Quaresma’dan geliyor. Akla, oyun ahlakına, Beşiktaş formasına, o kar kıyamette tribünde gırtlak patlatan kadınlı, çocuklu taraftarlara hakaret edercesine bir faul ve direk kırmızı. Bu hareket, tek yönlü gidiş biletidir. Başka açıklaması olamaz. Burası hala Beşiktaş’sa, bir tutam onuru kaldıysa bu yönetimin, o sahada beceri noksanlığına karşın terini döken diğer 10 oyuncunun üç kuruş hatırı varsa, bu gece daha formasının teri kurumadan gönderilmelidir. Birileri, bu takımın formasını taşımanın bu kadar ucuz olmadığını göstermeli. Nouma ile bağlantı kurabilir bazıları. Ama alakası yok. O tekme hiç bir rasyonel tavırla açıklanamaz. Quaresma sözleşmesi gereği belki hala Beşiktaş’tan alacaklı ama bakiyesinde hep eksi yazıyor. Geldiğinden beri yaptığı olumlu işler, olumsuzları bastırabilmiş değil. O yönde bir gayreti de yok. Umarsız bir şekilde takımı sabote ediyor. Bu benim bildiğim Beşiktaş değil. O formayı taşımak bu değil.

Bu akşamdan itibaren UEFA Finali’ne taşısa takımı, farketmez. Benim için bitmiştir. Benim Beşiktaşlılık duruşum budur. Gelenekçi ya da bağnaz bulabilir bazıları. Ama olması gereken budur.

Maça dair söylenecek başkaca bir şey yok. Pazar günkü Kadıköy randevusu içinse, yapılması gereken en müspet şey takımın orta saha direncini ayağa kaldırmak. Oyunun yönünü çabuk değiştirip, dönen topları alabilirsek, ağır aksak oynayan Baroni ve Emre’ye etkin presle rahat hareket etme şansı vermezsek, bir kenarda Pektemek diğerinde Holosko ile aktif kontra oynarsak, lig maratonunun en kolay galibiyetini alırız. Bu akşamki gibi oynarsak, son yılların adına en yakışmayan, en sıkıcı derbisi olur. İzleyip, görelim.