15
maçtır yenilmeyen, iyi kötü taktiğine ve oyun planına sadık kalan Beşiktaş,
Veli Kavlak’ın yokluğundan ziyade Quaresma’nın varlığından kaybetti. 8 haftalık
periyottan sonra takımdaki yerini alan Q7 ve kiloları sahada kaldığı her
dakikada kendisini belli etti. Bunun dışında takımın defansif kurgusundaki
değişmez taktiği ofsayt planı, Kayseri hücum hattını durdurmaya yaramak bir
tarafa dursun, işlerine geldi.
Kayseri
adına, göbekte oyunun her iki yönünü de oynamak üzere Furkan-Okay-Abdullah
üçlüsü, ileride Kujovic’in boş koşuları ve sol kenardan bindiren Hasan Ali’nin
varlığı takımı çok kolay ve olgun ataklara çıkarıyordu. Bu tehlikeye yanıt
veremeyen Beşiktaş, ofsayt çizgisini tutturabilmek adına koca 45 dakika
uğraştı. Önceki maçlarda tutan plan, bu maçta elinde patlayan bombaya dönüştü. Bunun
en önemli nedeni, Kayseri takımının yukarıda saydığım üçlüyle savunma arkasına
doğru zamanlamalarla yaptığı koşular ve kanat beklerinden gelen destekti. Bu ve
buna benzer, asli hücum planını dinamik orta saha oyuncularına yükleyen her
takım Beşiktaş’ı zorlayabilir. Kayserispor, genç yaş ortalaması ve oyuncu
kalitesiyle nerede nasıl oynaması gerektiğini giderek öğrenen bir takım. Bu plana
çok benzer bir şekilde Kadıköy deplasmanında da oynadılar. Ancak orada, plan
işlemedi. Deneyimsiz oyunculardan kurulu takım, İstanbul deplasmanında oyunun
kontrolünü sağlamayı başarsa da, final paslarında, son tercihlerde hep hata
yaptı. Bu gün ise, erken gelen gol, onları oyun planlarına daha sıkı tutunmaya
ve dirençlerini arttırmaya ittiği gibi, kendilerine güven aşıladı.
Beşiktaş’ın
bu dağınık görüntüsünün baş aktörü yine Ekrem’di. Karşısında oynayan Troisi,
her seferinde toplu ya da topsuz koşuyla Ekrem’i kenardan, ortaya çekti. Arkadan
bindiren Hasan Ali, her pozisyonda önünde geniş bir koridor buldu. Önde pres
yapan ve top kovalayan Furkan-Abdullah-Okay üçlüsü Beşiktaş savunması ile orta
sahasının arasındaki bağlantıyı kesti. Kujovic Egemen’i bağladı. Ortaya çıkan
görüntü öylesine darmadağınıktı ki, Kayserispor ilk yarıdaki temposunu ikinci
yarıda da sürdürse, farka giderdi.
Hakem
Abitoğlu, kitapta yazan kuralların tümünü görebildiği ve inandığı ölçülerde
uyguladı ama kelimenin tam anlamıyla rezalet ötesi bir maç yönetti. Benim kriterlerime
göre iyi hakem olabilmek için öncelikle futbolu iyi bilmek gerekiyor. Bunun yanı
sıra oyuncu psikolojisinden de anlamak, saha içerisinde iyi bir diyalog kurmak
olmazsa olmaz. Hatalı karar vermek elbette olası, ama krizi nasıl yönettiğiniz,
maçı nasıl yönettiğinizi belirleyen en önemli etken. İkinci sarı kartını
görmeden önce ayağına yediği tekmelerle sinir katsayısı tavan yapan Fernandes,
o hırsla rakibine taban daldı. Bu dalış neticesinde sarı kart yüzde yüz doğru. Ama
pozisyonda Fernandes’e yapılan bariz bir faul var. Ve hakem o faulu gördüğüne
dair “avantaj” işareti yapmıyor. Pozisyonun devamında rakibine taban dalan
Fernandes oyun dışında kalıyor. Bu hakemin kuralları bildiği ama sahada oynanan
oyun hakkında en ufak bir fikrinin olmadığı manasına gelir. Sahada maruz
kaldığı sertliğe hakemden yanıt alamayan oyuncu sinirlenir. Bunun profesyonellik
yönü başka bir tartışmadır. Ama orada faul çalınmaması ve pozisyonun devamında
ikinci sarıdan kırmızıya dönen kartın sorumluluğu tamamıyle Abitoğlu’na aittir.
Avrupa’da maç yönetecek, sözü geçen hakemler
istiyorsak, onlara önce oyunu öğretmeliyiz. Fırat Aydınus ve Halis Özkahya bu
tanıma şu anki form durumlarıyla en yakın hakemlerdir ve benim gözümde “iyi
hakem” sınıfına girerler. Kuddusi Müftüoğlu, Yunus Yıldırım,Kamil Abitoğlu
rezil ötesi, Cüneyt Çakır kart tercihleriyle “dengesiz” Özgür Yankaya,Tolga
Özkalfa,Bülent Yıldırım orta karar hakemlerdir.
Pekarik’in
cebinde sarı kartla oynarken, ellediği top, hakemin yaptığı işaretten de
anladığımız gibi kasıtlı. Ama o işaretine rağmen, oyundan bihaber hakem, sarı
kart göstermeyi aklına bile getirmiyor. Oysa kendi yaptığı işaret “evet,
kasıtlı olarak topa dokundu. Ne var canım bunda?” gibi bir şey. Topa kasıtlı
olarak dokunduğunu kabul ettiği oyuncuya ihtar vermemek kuralı bilmemekten
değil, oyunu bilmemekten kaynaklı.
Beşiktaş
adına 55’te gelen Quaresma-Holosko değişikliği doğruydu ve gerekliydi. Buna rağmen
hala rakibin ön alan presine cevap veremeyen Beşiktaş, kopuk durumdaki
bağlantılarını sağlamak adına kanatlarından feragat edip, oyunun merkezine
yönelik Julio Alves hatta belki Muhammed tercihini kullanmalıydı. Holosko’nun
girişi ileriye beklenen hareketliliği getirdi ama takımın oyuna hükmetmesi
noktasında elbet işe yaramadı. Edu’nun girişi de ileri uç elemanlarını
hareketlendirerek boş alan yaratma amaçlıydı ama yine asli sorun ortada
durduğundan, Beşiktaş orta sahası oyuna ortak olamadığından anlamsız kaldı.
Böyle
olunca dakikalar amaçsız ve manasız bir şekilde aktı. Kayseri tempoyu düşürdü,
daha kontra odaklı oynamaya başladı ve tahmininden çok daha kolay bir maç
kazandı. Beşiktaş adına ise, ileriki dönemlerde rakiplerine çok büyük tüyolar
veren bir maç oldu. Dilerim MİY teknik direktörü bu maçı izlememiştir ya da
benim çıkardığım şu sonuçları not etmemiştir. Bir şekilde şu yazıyı okumamasını
sağlamak gerek aslında.
İleriki
maçlar için korkuyorum ama en çok Braga deplasmanından korkuyorum. Orada karşılaşacağımız
senaryo, bu gün başımıza gelene o kadar benziyor ki, Allah korusun!..