30 Ocak 2012 Pazartesi

Kötüye İşaret; KAY:1-0:BJK






15 maçtır yenilmeyen, iyi kötü taktiğine ve oyun planına sadık kalan Beşiktaş, Veli Kavlak’ın yokluğundan ziyade Quaresma’nın varlığından kaybetti. 8 haftalık periyottan sonra takımdaki yerini alan Q7 ve kiloları sahada kaldığı her dakikada kendisini belli etti. Bunun dışında takımın defansif kurgusundaki değişmez taktiği ofsayt planı, Kayseri hücum hattını durdurmaya yaramak bir tarafa dursun, işlerine geldi.

Kayseri adına, göbekte oyunun her iki yönünü de oynamak üzere Furkan-Okay-Abdullah üçlüsü, ileride Kujovic’in boş koşuları ve sol kenardan bindiren Hasan Ali’nin varlığı takımı çok kolay ve olgun ataklara çıkarıyordu. Bu tehlikeye yanıt veremeyen Beşiktaş, ofsayt çizgisini tutturabilmek adına koca 45 dakika uğraştı. Önceki maçlarda tutan plan, bu maçta elinde patlayan bombaya dönüştü. Bunun en önemli nedeni, Kayseri takımının yukarıda saydığım üçlüyle savunma arkasına doğru zamanlamalarla yaptığı koşular ve kanat beklerinden gelen destekti. Bu ve buna benzer, asli hücum planını dinamik orta saha oyuncularına yükleyen her takım Beşiktaş’ı zorlayabilir. Kayserispor, genç yaş ortalaması ve oyuncu kalitesiyle nerede nasıl oynaması gerektiğini giderek öğrenen bir takım. Bu plana çok benzer bir şekilde Kadıköy deplasmanında da oynadılar. Ancak orada, plan işlemedi. Deneyimsiz oyunculardan kurulu takım, İstanbul deplasmanında oyunun kontrolünü sağlamayı başarsa da, final paslarında, son tercihlerde hep hata yaptı. Bu gün ise, erken gelen gol, onları oyun planlarına daha sıkı tutunmaya ve dirençlerini arttırmaya ittiği gibi, kendilerine güven aşıladı.

Beşiktaş’ın bu dağınık görüntüsünün baş aktörü yine Ekrem’di. Karşısında oynayan Troisi, her seferinde toplu ya da topsuz koşuyla Ekrem’i kenardan, ortaya çekti. Arkadan bindiren Hasan Ali, her pozisyonda önünde geniş bir koridor buldu. Önde pres yapan ve top kovalayan Furkan-Abdullah-Okay üçlüsü Beşiktaş savunması ile orta sahasının arasındaki bağlantıyı kesti. Kujovic Egemen’i bağladı. Ortaya çıkan görüntü öylesine darmadağınıktı ki, Kayserispor ilk yarıdaki temposunu ikinci yarıda da sürdürse, farka giderdi.

Hakem Abitoğlu, kitapta yazan kuralların tümünü görebildiği ve inandığı ölçülerde uyguladı ama kelimenin tam anlamıyla rezalet ötesi bir maç yönetti. Benim kriterlerime göre iyi hakem olabilmek için öncelikle futbolu iyi bilmek gerekiyor. Bunun yanı sıra oyuncu psikolojisinden de anlamak, saha içerisinde iyi bir diyalog kurmak olmazsa olmaz. Hatalı karar vermek elbette olası, ama krizi nasıl yönettiğiniz, maçı nasıl yönettiğinizi belirleyen en önemli etken. İkinci sarı kartını görmeden önce ayağına yediği tekmelerle sinir katsayısı tavan yapan Fernandes, o hırsla rakibine taban daldı. Bu dalış neticesinde sarı kart yüzde yüz doğru. Ama pozisyonda Fernandes’e yapılan bariz bir faul var. Ve hakem o faulu gördüğüne dair “avantaj” işareti yapmıyor. Pozisyonun devamında rakibine taban dalan Fernandes oyun dışında kalıyor. Bu hakemin kuralları bildiği ama sahada oynanan oyun hakkında en ufak bir fikrinin olmadığı manasına gelir. Sahada maruz kaldığı sertliğe hakemden yanıt alamayan oyuncu sinirlenir. Bunun profesyonellik yönü başka bir tartışmadır. Ama orada faul çalınmaması ve pozisyonun devamında ikinci sarıdan kırmızıya dönen kartın sorumluluğu tamamıyle Abitoğlu’na aittir.  Avrupa’da maç yönetecek, sözü geçen hakemler istiyorsak, onlara önce oyunu öğretmeliyiz. Fırat Aydınus ve Halis Özkahya bu tanıma şu anki form durumlarıyla en yakın hakemlerdir ve benim gözümde “iyi hakem” sınıfına girerler. Kuddusi Müftüoğlu, Yunus Yıldırım,Kamil Abitoğlu rezil ötesi, Cüneyt Çakır kart tercihleriyle “dengesiz” Özgür Yankaya,Tolga Özkalfa,Bülent Yıldırım orta karar hakemlerdir.

Pekarik’in cebinde sarı kartla oynarken, ellediği top, hakemin yaptığı işaretten de anladığımız gibi kasıtlı. Ama o işaretine rağmen, oyundan bihaber hakem, sarı kart göstermeyi aklına bile getirmiyor. Oysa kendi yaptığı işaret “evet, kasıtlı olarak topa dokundu. Ne var canım bunda?” gibi bir şey. Topa kasıtlı olarak dokunduğunu kabul ettiği oyuncuya ihtar vermemek kuralı bilmemekten değil, oyunu bilmemekten kaynaklı.

Beşiktaş adına 55’te gelen Quaresma-Holosko değişikliği doğruydu ve gerekliydi. Buna rağmen hala rakibin ön alan presine cevap veremeyen Beşiktaş, kopuk durumdaki bağlantılarını sağlamak adına kanatlarından feragat edip, oyunun merkezine yönelik Julio Alves hatta belki Muhammed tercihini kullanmalıydı. Holosko’nun girişi ileriye beklenen hareketliliği getirdi ama takımın oyuna hükmetmesi noktasında elbet işe yaramadı. Edu’nun girişi de ileri uç elemanlarını hareketlendirerek boş alan yaratma amaçlıydı ama yine asli sorun ortada durduğundan, Beşiktaş orta sahası oyuna ortak olamadığından anlamsız kaldı.

Böyle olunca dakikalar amaçsız ve manasız bir şekilde aktı. Kayseri tempoyu düşürdü, daha kontra odaklı oynamaya başladı ve tahmininden çok daha kolay bir maç kazandı. Beşiktaş adına ise, ileriki dönemlerde rakiplerine çok büyük tüyolar veren bir maç oldu. Dilerim MİY teknik direktörü bu maçı izlememiştir ya da benim çıkardığım şu sonuçları not etmemiştir. Bir şekilde şu yazıyı okumamasını sağlamak gerek aslında.

İleriki maçlar için korkuyorum ama en çok Braga deplasmanından korkuyorum. Orada karşılaşacağımız senaryo, bu gün başımıza gelene o kadar benziyor ki, Allah korusun!..

28 Ocak 2012 Cumartesi

İskoç İşi..LİV:2-1:MANU



Lig maratonu,UEFA Avrupa ligi, FA Cup derken, kadrosundaki sakatlıklarla rotasyona girmekte zorlanan United, Anfield Road’a hangi duygularla gitti bilmiyorum ama maçtan önce soyunma odasında galibiyet yemini etmedikleri kesin. Yaşları toplamı 77 olan iki orta saha oyuncusu Scholes ve Giggs’in önderliğinde nerede nasıl oynamasını bilen bir takım görüntüsünde başladı maça United. Bu bilinçli oynama hali içerisindeki en zayıf halka bence genç Welbeck’ti. Yakaladığı fırsatlardaki aceleciliği, tercih hataları ve göze batan bencilliği ile çarkın dönmesini engelledi en uçtaki dişli olarak.
Liverpool adına ise söylenecek en somut şey, Kenny Dalglish’in geldiğinden beri bu tür tansiyonu yüksek maçlarda köşe vuruşlarına ve duran toplara verdiği önem Stoke City’yi hatırlatıyor bana. Köşe vuruşunda United’ın genç kalecisi De Gea’yı rahatsız eden üç kırmızı formalı saydım ben. Nitekim De Gea, bu baskıya reaksiyon gösteremedi ve üzerinden geçen topu kısa boylu bir orta saha oyuncusu gibi seyretti sadece. Bunun dışında Liverpool Dalglish önderliğinde oyunu forse etmek, tempolu ve akıcı oynamak vb işlerin pek peşinde değil. Öne geçtikleri dakikadan itibaren takım halinde topun arkasında kaldılar. Ani atağa çıkma şanslarını da savrukça harcadılar. Kontra ataklarla çıkmak yerine daha dengeli ve organize bir şeyler yapmayı denediler. Ancak sakatlıktan sonra bir türlü kendine gelemeyen Gerrard ve Maxi’nin Kazım Kazım benzeri halleri nedeniyle, ileri uçtaki Hugo Almeida durağanlığındaki Carroll’ın da katkılarıyla boş boş gidip geldiler.
Park’ın ayağından gelen beraberlik golünden dakikalar önce tam United’ın gol atması için gereken ortamın oluştuğunu mırıldanıyordum. Gol yememek için kapanan takımları kontrolsüz şekilde geri itip, dağıtmayı o kadar iyi biliyor ki bu takım, nitekim aniden kenara açılan top, Rafael’in içeri yerden kestiği sert orta, ceza sahası içine sokulan fazladan bir adam ve gol..Bu kadar...
İkinci yarıya hafif bir kıpırdanma ile başlayan Liverpool’un hamlesini ne zaman yapacağını bekliyordum. Aslında tam olarak beklediğim hamleler geldi. Oyunu müspet bir şekilde rakip yarı alana yıkabilmek, keyifsiz Gerrard ve günün başarısızı Maxi sahadayken imkansız gibiydi. Yine de Gerrard’ı sahadan almak o kadar kolay değil. Savunmadan bir kişi eksilten Dalglish, Carragher ve Maxi’yi yanına oturttu öncelikle. Yerlerine giren Charlie Adam ve Dirk Kuyt beklenen hareketliliği getirdi aslında. Ama dedim ya United gibi nerede nasıl oynamasını bilen bir takım karşısında elinizdeki planlarınız ne kadar çeşitli olursa olsun, işe yaramayabilir. Dalglish’in son rötüşu ise Gerrard-Bellamy değişikliği oldu.
Ferguson’un gözü ise, rakibin ön alana sürdüğü tehlikeli isimlerde değil, savunmadan çıkardığı Carragher sonucu oluşan boşluktaydı. O boşluğa Hernandez’i gönderdi hemen yorulan Scholes’u oyundan alarak. Bu andan sonra oyunun United’a gelmesini umuyordum açıkçası. Tam da böyle bir anda Welbeck’in aceleciliği yüzünden kaçan fırsat, bir sonraki atakta Liverpool adına gol oldu. Uzun topta o ana kadar sahadaki gözle görülür tek olumlu işi yapan Carroll, sağ kenarda Kuyt’ın önüne güzel indirdi. Takımının saniyeler önce geliştirdiği atakta yaptığı müthiş  topsuz bindirmeden Welbeck’in acemiliği sayesinde eli boş dönen Evra adamını kaçırdı. Hollandalı da zaten özgüven problemi yaşayan De Gea’nın sorunlarını derinleştiren bir gol bıraktı United kalesine.
Her iki takımın da oyundaki dengeyi korumak adına temkinli sürdürdüğü maç, Dalglish’in kumarıyla Liverpool’un oldu. Ferguson’un ya da takımının bariz bir hatasından söz etmek mümkün değil; De Gea’nın kendine güvensizliği ve Welbeck’in sahadaki varlığı dışında..Liverpool ise kornerden bulduğu golden sonra büyük maçlarda bu kadar geri çekilirse ya da savunmasından adam eksiltip, hücum silahlarını son 20 dakika rakip yarı alana böyle cömertçe yığarsa, karşılarında bekleyen isim her zaman Welbeck olmayacak...

27 Ocak 2012 Cuma

Algıda Seçicilik; Yeter mi, Yetmez mi?..


                                                           ALGIDA SEÇİCİLİK

2004 yılında Beşiktaş’a başkan olduğunda bu kulübün borcu 50 Trilyon civarındaydı. Geçen süre zarfında, son yapılan mali kongrede açıklanan resmi rakam ise, 442 milyon 421 bin 369 TL..
Göreve geldiği seneden beri çalışılan teknik direktör sayısı 8, futbolcu sayısı ise 2009 yılına kadar 61’di. Son 2 sezonu da içine katınca 100’e ne kaldı şurada?..
Amatör şubeler giderek küçüldü, borç ve alacak krizleri içinde kıvrandı. Hentbol takımı teknik kadrosu ve idari oyuncuları aylarca paralarını alamadı. Takımın hocasının elektrik faturasını ödeyecek parası olmadı. Türkiye Kupası Finali’nin oynandığı İzmir dönüşünde, kafile bir bakkalın önünde yarım ekmek kaşar molası verdi! Namağlup şampiyon olan bu değerli takıma, prim olarak KOL SAATİ verildi.
Basketbol takımının oyuncuları bezdirilmek için, herkes tatil yaparken idmana tabii tutuldu. Sözleşmelerinde indirime gitmeye yanaşmayan bu formayı taşımış sporculara işkence yapıldı. Salonu iyi kötü dolduran taraftar adeta iğrendirildi amatör branşlardan. Cola Turka garabetine peşkeş çekilen basketbol şubesinin bu anlaşma ile elde ettiği kaynak, futbolcuların transfer alacaklarına tahsis edildi. Engelli Basketbol Şubesi’ne destek amacıyla çıkarılan bilekliklerin geliriyle Matias Delgado’nun alacakları ödendi.
Her açıklaması, kürsüden çıkıp yaptığı her konuşmasıyla camia içinde infiale neden olan bu adam “Tribünleri temizleyeceğim!” tehdidi savurdu. Şeref Tribünü’nden ayağa kalkıp, kendisini protesto eden taraftarlara galiz küfürler savurdu. Denizlispor maçında kapalı tribünün üzerine paralı askerlerini saldı, kendi taraftarını dövdürttü.
Camianın geleceği ve tek kurtuluşu olarak gördüğü, Seba zamanından beri üzerine titrenen Fulya Projesi’nin gelirlerinin büyük kısmını ipotek ettirdi. Daha inşaat halindeyken projenin gelir haklarını sattığı iddia edildi. Bu iddialar cılız bir kaç ses tarafından dile getirildi, ancak kimse gerçekte ne olduğunun üzerine gidemedi. Uzunca süredir Fulya hakkında tek cümle kuran yok.
Her sene mayıs ayında “Stada Kazma Vurma Şenlikleri” düzenledi. Senelerdir projeydi, Anıtlar Kurulu’ydu,hükümet,Belediye Başkanı derken proje bekleyen insanlar çocuk gibi kandırıldı. Kongrede havuç olarak kullandığı stad projesi hala gündemde...
Göreve getirdiği her hocasını göndermeden 15 gün kadar önce “Arkasındayız” demeci verdi. Futbolcu transferlerine araya giren menacerlere korkunç paralar ödedi. Tomas Sivok ve Zapatocny transfelerinde ödenen usülsüz paralar yüzünden Udinese ile davalık oldu. Bu transferlerin iç yüzü İtalya’da hala araştırılıyor. Gaziantepspor’dan Tabata’ya 8 milyon euro ödeyerek gelmiş geçmiş en bidon transfer rekorunu kırdı. Del Bosque’ye kulüp tarihinin en ağır tazminatlarından birinin ödenmesine neden oldu.
Paralı adamlarını Beşiktaş Kongre Üyesi yaparak, aidatlarını cebinden ödedi. Forza Beşiktaş forumunda, “Benim aidatımı kim ödüyor?” diye başlıklar açıldı. Parasını cebinden ödediği yeni kongre üyelerinin büyük kısmının Fenerbahçeli olduğu ortaya çıktı. Kendi ticari bağlantıları için Beşiktaş ismini kullandı. Menacer Mendez ile kurduğu yakın ilişkiler sonucu takımın geçen seneki bütün yabancı transferleri Mendez’in şirketine bağlı futbolculardan yapıldı. Cristiano Ronaldo’yu yeni açtığı alışveriş merkezinin tanıtımını yapmak üzere getirdi. Başbakan’ın rahmetli annesine taziye mesajı yollamak için kulübün resmi sitesini kullandı. Resmi site aracılığıyla basit bir taziye mesajını, methiye defterine döndürdü. Hükümete, Başbakan’a ardı ardına dizdiği övgüleri utanmadan kulübün resmi sitesinden yayınladı. Kulübü siyasete, ticari ranta, mafyaya, kişisel bağlantılarına alet etti.
Daha sayamadığım nice icraatin sahibi bu adama, zaman zaman büyük protestolar yapıldı. Çeşitli süreçlerle dalgalanan bu protestolar, bazen sönümlenme noktasına geldi, bazen de “Çıldırt Bizi Başkan!” şeklinde sipariş pankartla övgülere mazhar bir hal aldı. Kongrede ibra edildiğinde “YETMEZ” tezahüratı yükseldi. Kendisini “YETER” diye protesto eden tribünlerle adeta dalga geçilircesine..
Ama dün kopan kıyamet, bu adamın hiç bir icraatinden sonra kopmamıştı. Olağanüstü Genel Kurul’da kürsüden “Fenerbahçemiz” demesi herkesi çıldırttı. Sosyal medyada en çok konuşulan isim oldu. Adı küfürlerle, beddualarla anıldı. Oysa bu adam dün neyse, bu gün de oydu. 2004’ten beri çizgisinden 1 cm bile sapmadı. Kulübün değerlerini yerle bir etti. Saygınlığına tecavüz etti. Mali yapısını yerle bir, taşınmazlarını talan etti. Daha cebine girmemiş gelirlerine ipotek koydurdu. Bunca naneyi yedi ama çıkıp bir kere “Fenerbahçemiz” dedi, ortalık ayağa kalktı..Belki sadece dili sürçtü, belki içindeki Fenerbahçe aşkını daha fazla bastıramadı. Ama bu adam Fenerbahçemiz demeseydi, bu kopan kıyamet asla kopmayacaktı.. Oysa o adam, o kürsüye küme düşmeyi bir defaya mahsus kaldırmak amacıyla çıkmıştı. Kendi kulübünün suçsuzluğuna dair çıkıp, tek kelime etmedi. Decoder alın dedi, küme düşmeyi puan silmeye çevirmek için, bu kulübe harcadığı mesaiden fazlasını harcadı. O adam şikeyi meşrulaştırmak için o kürsüye çıkmıştı..Çıktığı o kürsüde "Fenerbahçemiz" deyince film koptu.Bunu bilmek asıl acı olanı işte...Başlığa geri dönüyoruz; ALGIDA SEÇİCİLİK...

26 Ocak 2012 Perşembe

Yine Dene,Yine Yenil..



"hep denedin,hep yenildin,olsun..
yine dene, yine yenil, daha iyi yenil.." 
                                                        Samuel Beckett

Bu seferki başkaydı... Hücum silahlarını kuşanan ve gözünü karartan Kralın Takımı, Kral’ın Kupası’nı “isyancılar”a kolay kolay kaptırmak niyetinde değildi. Ayrıca son günlerde takım üzerinde yaratılan suni,bir o kadar da gereksiz baskı Mou’ya yaramış görünüyordu. Bilmeyen kaldı mı bilmiyorum, yeniden vurgulamakta yarar var; Jose Mourinho gerilimden beslenen bir teknik adam. Üzerindeki baskı onun için pek bir anlam ifade etmiyor, takımını hedefe hazırlamaktan başka..
Oyuna şimşek hızıyla başlayan Madrid, Higuan’in ayağından kaçırdığı fırsatı gole çevirse, ağzımızın açık kalmasına neden olacak kadar yüksek bir tempo izleyebilirdik. İlk yarıyı neredeyse pozisyon vermeden kapayan misafir takımın kalesinde iki gol görmesi, futbolun adaleti (ya da adaletsizliği) ile açıklanacak kadar basit değil. Ayağa oynamanın,top dolaştırıp rakibi yormanın doktorasını yapan Barca karşısında dizginlerinden boşalırcasına hücuma çıkmak, kaleni açık bırakmak manasına gelir. Etkisiz geçen 45 dakikaya sığan iki gol de bunun getirisi özetle. Gollerden birinin duran toptan sonra gelmiş olması ya da diğer küçük ayrıntılar benim açımdan bu gerçeği değiştirmiyor. Real, bu gün sahaya çıkarken gol yemeyi kabul etmişti. Onun amacı yediğinden fazlasını atabilmekti. Bence buna çok da yaklaşmışlar, hatta haketmişlerdi bile..
Yine bilindik şok presiyle Barca savunmasına ve kalecisine zor anlar yaşatan Mourinho’nun öğrencileri, Camp Nou’da homurtulara bile neden oldu. Ne pahasına olursa olsun bildiğini okuyan Barca, oyunun belirli kısımlarında gelişi güzel ileriye top şişirmiş olsa, kimseden ses çıkmazdı.Öte yandan, yakalanan fırsatların tabelaya yansımamış olması en büyük handikap. Cebinde sarı kartla oynayan oyuncuların giderek artması da maçın kaderini çizen en önemli etken oldu.
Mesut’un ritmine bir kaç isim daha uyum sağlasa, şimdi farklı şeyler konuşuluyor olabilirdi. Buna mukabil Barca, bildiğinden vazgeçmemek adına gösterdiği müthiş direngen tavrı, yaratıcılık noktasında da sergilese yine farka gidebilirdi.
Belirtilmesi gereken en önemli husus bence şu; Oynadığı futbol her durumda bu yüzyılın ilerisinde olan Barca bile “kırılgan” olabiliyor. Nitekim 2-0’dan 2-2’ye gelen oyunun belirli bölümlerinde oyundan kopuşlarını gözlemlemek hayret vericiydi. “Ulan, demek bunlar da sen, ben gibi insanmış..” dedirtti. Ayrcaı Real Madrid’in gelenek haline getirdiği oyun kurallarını zorlayan sertliği artık iyice El Clasico’ların karakteri halini almış. Bütün hatlarıyla topa sahip olan, pas yapan, sürekli hareketli rakibi karşısında zaten başka şansı da yok Real Madrid’in. Çünkü geçmiş yazılarımdan birinde belirttiğim gibi Barca’nın “tez”i buysa, Real’in “antitez”i de bu. Ortada duran bu birbirinden çok farklı iki yaklaşımdan giderek seyir zevki daha yüksek mücadeleler çıkmaya başladı. Orgazmı tavana vurdurmak için gereken ise ibrenin biraz daha ortaya yanaşması. Güç dengelerinin nispeten yeniden sağlanması. Bunun olması için de seri Real Madrid galibiyetlerine ihtiyacımız var. Bunu, bir taraf olma, birine sempatiyle, ötekine nefretle bakma dürtümden söylemiyorum. Tamamiyle saha içerisinde olan biten onca çılgın şey, nasıl daha çılgın ve daha heyecanlı olabilir diye düşünüyorum.
Sezon sonunda ipi göğüslerse, Madrid ekibi bu anlamda ibrenin ucunu biraz dengelemiş olacak. Yine de her durumda Barca galibiyetlerine ihtiyaçları var. Ve en yaklaştıkları an bu geceydi. Eğer takım olarak sahada bu gece yaşananlardan pratik bir kaç sonuç devşirip, sertliklerini biraz rötuşlayabilirlerse, bence sevinme sırası onlarda olacak.
Oyuna kimin girip, çıktığı, iki takımın da sahaya yayılışı, taktik anlayışı filan bana göre o kadar geri planda ki, zaten bir bütün olarak sahada yaşananlar yeterince ağız suyu akıtmaya yeter. Bir de bu kadar derinine girip, devreleri yakmaya gerek yok. Futbolun bu seviyede oynandığı bir rekabete şahit olmak, yüzümde son 1 saattir anlamsızca duran gülümseme, Mesut’un ışıl ışıl parlaması, saygı duruşunda 110 bin kişinin çıt çıkarmaması, Ömer Üründül’e bile tahammül seviyem arttı sahiden. Gözüme şirin gözüktü adam. Daha ne olsun?!..
Malum, saatler sonra olağanüstü genel kurul var. Lekeler aklanacak, herkes apak olacak. Marka değerimiz arşa yükselecek. Mehmet Ağar var, daha ne olsun?.. Öncesinde bu şölen iyi geldi. Bu futbol sahiden “afyon” be kardeşim!..

25 Ocak 2012 Çarşamba

Deparına Kurban..



Dakika 90+6..Maçın son saniyeleri.Evet ne UEFA Finali,ne şampiyonluk maçı, ne de kazanılacak bir kupanın habercisi atılan gol. Ama sürekli kenardan takımını ateşlemeye çalışan, dahi olmasa da, iyi niyetinden herkesin emin olduğu, insan, adam, bu takımın hocası Portekizli Carlos Carvalhal, fuleli adımlarla tam 55 metre depar atıyor ve golün sevincini oyuncularıyla kutluyor.. Deparına kurban Carvalhal!..


24 Ocak 2012 Salı

Kanatsız Ama Karakterli...



Dişli rakibi karşısında topu gerekenden çok önce kanatlara indirmek zorunda kalan, kreatif yönden vasatı aşamayan Beşiktaş, önde yediği presle bir türlü etkili olamadı karşılaşmada. Buna rağmen tehlikeler yaratan takım, Almeida ve Edu’nun tercih hataları ve özgüven eksiklikleri nedeniyle ilk yarıyı 0-1 geride kapattı.
Önde pres yapan Gaziantepspor, ev sahibine göre kanatları çok daha etkili kullandı. Popov ve Sosa ikilisi oyunu rakip yarı alana yıkarken, merkezden destekleyen Sapara da yine başarılı bir görüntü ortaya koydu. Buna karşılık Tanju Kayhan’ın savunma performansı yüzümü güldüren en büyük etken açıkçası. Pas tercihlerini garanti olsun diye geriye oynamaktan yana kullanması dışında, kesici özellikleri ve gerektiğinde sağ ayağını da etkin kullanabilmesiyle, İsmail’in alternatifi olabileceğini gösterdi. Bana göre İsmail'in ileri çıkışlarını saymazsak, Tanju 2 gömlek daha iyi bir savunmacı. Ayrıca daha soğukkanlı ve yere daha sağlam basıyor.
Dakikalar 41’i gösterirken misafir takımın kullandığı köşe vuruşunda Beşiktaş savunması bariz bir yerleşim hatası yaptı. Gaziantep hücum oyuncuları bütün savunmayı 18’in dışına çekti. Gol olduğu anda kadrajda görünen iki oyuncudan biri sağ bek Ekrem, diğeri sağ açık Edu idi. Geri kalan bütün oyuncular, marke ettikleri oyuncuların peşinde geride kalmışlardı. Böyle olunca gol olması da sürpriz değil haliyle.. Tandem uyumunun önemini anlamak açısından bu gol, hep aklımızda kalmalı.
İkinci yarıya hızlı başlayan Beşiktaş, kanatları ilk kez Carvalhal’in istediği doğrultuda kullanabildi. İsabetli orta, pek sahneye çıkmaya niyeti olmayan Almeida’yı değerli kıldı ve tabelada eşitlik golünü getirdi. Ayrıca haftalardır yaşam belirtisi göstermeyen Simao'nun da ilk kıvılcımı ateşlediği an oldu.
57 ve 58. dakikalarda peş peşe yapılan iki değişiklik, rakibin kenar oyuncularına geniş alanlar bırakılmasını önlemek adına çok yerinde bir hamleydi. Asiste dönüşen ortasına kadar sahada varlığına dair pek işaret vermeyen Simao ve diğer kanat Edu oyundan alındı. Orta saha direncini arttırmak ve topa sahip olup, oyun hakimiyetini tam olarak elde etmek adına Necip Uysal, sağ kenarı daha işlevsel kullanabilmek adına da Holosko oyuna dahil oldu. Daha da önemlisi, kanatlardan mahrum ama karakteri, oyun direnci daha yüksek bir takım sahaya çıkmış oldu böylece.Bu değişiklik Pektemek’i kağıt üzerinde sol kenara atmış gibi görünse de, o gol bölgesine daha yakın oynamaya başladı.
Kanat akınlarından ümidi kesen Beşiktaş, tam oyun hakimeyitini eline alacağı sırada kaptırılan top, Cenk’in hatalı çıkışıyla filelere gidince hesaplar değişti. Cenk’in yediği bu tarz goller artık iyiden iyiye Rüştüvari bir hal almaya başladı. Refleksleri ve çevikliği ile çok yetenekli bir kaleci olan Cenk, bu tür çıkışlar yapmadan önce daha geniş düşünebilmeli..
Takımın 2. beraberlik golü tam kafasındaki plana göre bir goldü. Orta saha oyuncularından pozisyonuna göre uygun olan, top sürerek kenara inecek ve takımın yerleşimine göre toplar atacaktı. Nitekim Fernandes sol kenara topla hızla sokulup, güzel bir ortayla Almeida’nın ikinci golü atmasını sağladı.
Bu andan sonra iyice kapanan misafir takım, İBB hüvviyetine büründü. Oyunu soğutmak adına ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Ama zaten Beşiktaş oyunu yüksek tempoda oynama niyetinde olan bir kurguda değildi. Bu bağlamda oyunun soğuması pek bir işe yaramıyordu. Kalabalık ve akışkan orta saha sürekli alan değiştirip, boş alanları dolduruyor, Almeida,Pektemek,Veli gibi isimler ceza alanı çevresinde golü kokluyorlardı. Bu kadar sıkışan bir oyunun en uygun anahtarı Fernandes’in ayağından kazanılacak bir duran top olurdu. Nitekim öyle de oldu. Egemen ayağına gelen fırsatı rakip kaleye öyle bir hırsla gönderdi ki, topa müdahale etmeye çalışan birileri bile olsa, engel olamazdı.
 Bu son dakika galibiyeti, gol sevincini 50 metre depar atıp, oyuncularıyla kutlayan Carvalhal’e hediye olsun. Ayrıca son dakikaların takımı olarak nam salan Beşiktaş’ın eskiye selam çaktığı bir mücadele olması hasebiyle, beni ekstradan mutlu etti.
Takımda genel olarak bir düşüş var. Ama bu takımın birden fazla oyun planı da var. Kim gününde değilse, onun yerine girecek bir yedeği var. Kanat adamı yoksa, orta saha zenginliği var. Kurgu olarak yeri doldurulması en zor oyuncu sanırım Almeida. O da hocasının kendisine duyduğu büyük güvenden kaynaklı. Haftaya onsuz bir Beşiktaş, Quaresma ve Pektemek ile çok öldürücü bir kontra atak takımı haline gelebilir. İzlemek güzel olacak. Şimdiden sabırsızlanıyorum... Herşeyden önemlisi bu takımın gücünü orta sahasından alan bitmek bilmez bir mücadele gücü ve inatçı karakteri var. Bunu da sonuna kadar hocasına borçlu...

20 Ocak 2012 Cuma

Böyle Olmasaydı...



Elindeki üretkenlikten kısmen uzak ama dinamik orta sahasını deplasman kimliğinde kullanan Carvalhal, geride beklemekle takımın etkili olamayacağını anladığında 45 dakika geride kalmıştı. Bu tür mukavemeti yüksek takımlara karşı geride beklemek demek, onların tek atımlık barutuna maruz kalmak demektir. Nitekim o barut ilk yarının son 15 dakikasında Beşiktaş’ın elinde patladı. Yan hakemin göremediği pozisyon buz gibi goldü. Antalyaspor ve Şifo adına üzücü. Ama bu talihsiz hakem hatasının üzerinden etrafa çamur atmak doğru refleks değil. Bugün dünyanın futbol oynanan her ülkesinde hakem hataları tartışılır, üzerine komplo teorileri üretilir. Ama futbolun adam gibi oynandığı her ülkede de takımlar sezonluk puan barajlarını belirlerken olası hakem hatalarından doğacak puan kayıplarını da hesaba katarlar. Çünkü futbol insan kaynaklı bir spordur. İnsan faktörünü işin içinden çıkardığınızda doğallığını ve heyecanını yitirir. Sırf bu yüzden FIFA’nın çizgi kamerasına bile karşı çıktığını biliyoruz. Bu açıdan bakmak lazım...
Orta saha bloğunu öne çıkararak ikinci yarıya başlayan Beşiktaş, beklenen üretkenliğinden uzak olmasına karşın, gardını ileride tuttuğu için rakibinin hatalarına daha erken reaksiyon verecek duruma geldi. Nitekim yarım preste bile hata yapan ev sahibi golü kalesinde gördü. Bu golün “bedavadan” olduğu iddia edilebilir. Ama geride kalan maçlar bize daha manidar bir şey söylüyor; Bu takım, bu sene attığı gollerin çoğunu önde yaptığı şok presler sonrası kazandığı toplarla attı. Daha geçen hafta Necip’in presi ve güzel ortasıyla Almeida’nın kafasından gelen gol herkesin aklında sanırım.
En öldürcü silahı orta saha dinamizmini öne çeken Beşiktaş, skor avantajıyla beraber daha rahat oynamaya başladı. Buna rağmen kanatları sıfıra yakın işleyen takım sahanın gözle görülür hiç bir yerinde üstün değildi, olumlu tek hareketi yok gibiydi.  Golden 4 dakika önce gelen Pektemek hamlesi bu işlemeyen kanatları oyunun içine sokmak amacıyla yapılan bir hamleydi. Geç kalınmasına rağmen yapılan bu hamle oyunu daha çekici hale getirdi. Risk alan ev sahibi karşısında orta sahasını ileride tutan Beşiktaş oyunun kalitesini ilk yarıya göre oldukça yukarı çekti.  Yine de bu kalite tatmin edici değildi. Kanatları işlemeyen, orta sahadaki yaratıcılığı sadece Fernandes’e kalan Beşiktaş yorgun ve daha çok yorulacak. Çalışkanlığının karşılığını skor olarak alamayan takımın daha akılcı çözümlere ihtiyacı var. Tam da bu noktada Julio Alves,Mustafa Pektemek, Burak Kaplan gibi hem takımın mevcut dinamizmine kolayca uyum sağlayabilecek hem de teknik beceriyi yukarılara taşıyacak isimler gerekiyor. Rotasyona bağlı olarak bu isimler kadroya dahil edilirse, sorunların boyu kısalır. En azından üstesinden daha kolay gelinebilir hal alır. Carvalhal’in kadro iskeletine bu denli sadık kalmasının bir neden olmalı. Yoksa bu tutucu inat, ilerleyen haftalarda işin içine Avrupa maçları da girdiğinde kendisine zarar verebilir.
Takımdan ve hocadan tek isteğim daha pozitif bir anlayış, daha geniş bir rotasyon. Onun dışında bu ligin kalburüstü sonuca gitme yöntemi budur. Bu ülkenin küçük takımlarının direnç gösterme metedu da bu gün Antalya’nın yaptığı gibi sert oyundur. Halimiz ve ahvalimiz budur yani...

Bu arada eklemeyi unuttum. İsmail, kafasını kullanmak noktasında hala bir arpa boyu yol gidemediğini gösterdi bu akşam. Kronometrenin son saniyelerinde maç 2-0 giderken kaleye girecek topa elini uzatmak terbiyesizliktir. Hem Beşiktaş'a, hem rakibe, hem seyirciye, hem oyuna hakarettir. ayrıca kaleye girmesine izin verse, santrası dahi yapılmayacak gol yüzünde en az 2 hafta takımını yalnız bırakacak. Bence bunun bedelini en ağır şekilde ödemelidir.

15 Ocak 2012 Pazar

Almeida'yı Kullanmak...



Fizik-kalite açısından birbirine çok yakın iki takımın mücadelesini izledik bu akşam. Kadrosundaki en büyük eksiği şüphesiz Quaresma olan Beşiktaş’ın Sivok ve Hilbert’ten de yoksun olması normalde üstün olduğu rakibiyle arasındaki kalite farkını eşitliyordu. Almeida üzerine yüklenen duvar olma görevini bu defa yerine getirdi. İlk dakikalarda Edu’ya hazırlanan pozisyon takımın haftalardır asli planı. Almeida gerekeni yapamayınca takım eksik kalıp, erkenden alternatiflere yönelmek durumunda kalıyordu. Böyle olunca da sahada edilgen kalan Portekizli sürekli sahanın en kötüsü olarak anılıyordu.
Almeida’yı esas alan bu kurgunun yanında, dengeli bir şekilde sahaya yayılmanın ve sürekli değil, şok preslerle sürpriz top kazanmanın da meyvesini aldı Beşiktaş. Necip’in sol kenarda kazandığı topu Almeida’nın kafasına kondurmasıyla perde açıldı. Bu dakikadan sonra bulunabilse, ikinci gol takımın güvenini ve planına olan sadakatini iyiden iyiye gün yüzüne çıkarabilirdi. Yine Almeida tarafından Veli’nin önüne indirilen top gol mesela...
Klasik olarak, kurduğu baskıdan gol çıkaramayan takım, 36’da Fernandes’in pas hatasıyla kalesinde golü gördü. Hemen ardından cevap vermesi Ernst’in kafasını kaldırıp, sahanın bütününe bakmasının eseriydi. Zira atılan uzun top bilinçli bir şekilde Fernandes ve Edu’nun olduğu tehlike bölgesine indirildi. Edu’nun oyun zekası, temposu, pas alışverişi, oyundaki devamlılığı bir yana, sanki kendisinden bağımsız işleyen bir sol ayağı var. Yani bir bildiğimiz Edu var, bir de onun sol ayağı. Bence ikisi iki ayrı kişi, iki ayrı konu.Önünde bir defa seken topa, ayağının üstüyle uzak köşeye öylesine bir gol vuruşu yapmak, Edu ile değil, onun sol ayağıyla alakalı...
İkinci yarıya önde girmenin avantajıyla topu ayağında tutmasını dilediğim Beşiktaş, çok fazla geriye gömüldü. Kontrolsüz ve panik halinde büzüldüğünü iddia etmek insafsızlık olur ama rakip yarı alanda topu tutmak için lazım olan Fernandes’in enerjisinden de, Ernst’in sakinliğinden de, Veli’nin hareketliliğinden de yararlanamadı. Böyle olunca, Bursaspor giderek oyunda üstünlüğü eline aldı. Bu ve buna benzer durumlarda takımın ekstra olarak göstermesini istediğim tek reaksiyonu ayağında topu tutabilmeyi başarması. Rakibi koşturarak, hem tempoyu ayarlayabilir, hem dilediği zaman pozisyona girebilir bu takım. Buna yetecek teknik donanımı ve eneerjisi var. Kalabalık orta saha sadece akışkan oynamaktan ibaret olmamalı. Zorluk derecesi daha yüksek maçlarda (Mesela Braga maçı) akışkan kurgunuz sizi kurtarmaya yetmez. Rakibinizin muhtemel baskısına karşı, soğukkanlı ve aktif bir yapıyla top dolaştırabilmelisiniz. Üzerine koyarak giden Beşiktaş’ın yakın zamanda bunu yapacağını ümit ediyorum.
72’de sakatlanıp, oyundan çıkana kadar Necip ilk yarıdaki etkinliğini ikinci yarıda sürdürümedi. Ama kendini oyuna adadığı ilk 15 dakikalık bir bölüm var ki, izlemesi büyük keyifdi. Şimdi bu 15 dakikalık dilimi, kademeler halinde arttırmak kendi elinde. Umarım böyle devam ederç yerine giren Simao’da ise hala bir kıpırdanma olmaması üzücü. Bildiğimiz Simao’ya bu takımın ihtiyacı var. Özellikle Avrupa’da..

79’da yapılan Pektemek-Edu değişikliği geç, ama oldukça yerinde. Maçın son bölümleri olması hasebiyle sahanın boş alanlarını doldurabilecek, etkili koşular yapabilecek ve adam eksiltme becerisini gösterebilecek tek isim. Ayrıca oyuna sonradan girip, attığı gollerle Semih Şentürk olma yolunda hızla ilerliyor “genç” Mustafa. Dilerim, kadronun değişmezi olur ve formunu zirveye taşır. Hak ediyor.
83’de Fernandes’in kestiği harika ortaya Almeida tanıdık bir acemilikle vurdu. Bu akşam kendisinden beklediğimin üzerinde bir fayda sağladığı için üzerinde çok durmayacağım. Kötü olan Simao’nun zaman kaybetmeden Pektemek’e çıkarması, onun da soğukkanlı bir şekilde vuruş yapması güzeldi. O andan sonra da zaten maç bitmişti.
85’de gelen Almeida-Sidnei değişikliğinin büyük bir anlamı yoktu; Toraman’ı kesici olarak yine orta sahaya çıkarmanın dışında.
Bu maç özelinde özetle söylenebilecek olanlar sanırım şunlar;
Bu takım, orta saha kurgusuyla nerede nasıl oynaması gerektiğini biliyor. Maç içinde her türlü hücum-savunma varyasyonunu kalburüstü bir beceriyle gerçekleştiriyor. Sadece ayağında topu tutmak noktasında önde olduğu maçlarda bir takım sıkıntıları var. Bunu da çözebilecek kaliteye sahip. Ayrıca Almeida’nın verimli olarak kullanımı dilerim bu maçlık bir durum değildir. Mustafa Pektemek’i uzak forvet olarak Almeida’ya yakın izlemek Quaresma faktörünü de işin içine katınca, çok heyecanlı olabilir. Yeter ki, Almeida yapması gerekenin böyle bilincinde olsun.
Yenen gol ve savunma kurgusundaki aksaklıkları eksiklere bağlamak yeterli aslında. Yine de daha eli yüzü düzgün savunma yapabilen bir takım Beşiktaş. Ara sıra bu tür acemilikler kabul edilebilir olsa da, sık aralıklarla tekrarlanmaması gerekiyor. Hücumsal manada kanat beklerini daha verimli kullanabilmek Hilbert gelene kadar pek mümkün değil gibi. Zaten Necip-Ernst ikilisinin top Beşiktaş’tayken kenarlara açılmaları bunun peşinen kabulü. İşe yaramadığı da iddia edilemez. Benim açımdan takımın büyük sorunları yok. Sadeece bir kaç ufak rötüş gerekiyor. Bir de daha zor maçlarda daha efektif oynamayı becermek. Ben bu takıma da, hocaya da güveniyorum...

13 Ocak 2012 Cuma

Başımız Sağolsun...


Büyük usta Lefter Küçükandonyadis'i kaybettik. Hepimizin başı sağolsun...

12 Ocak 2012 Perşembe

"Craven Cottage" Olmak?..




Son günlerde yine gündemde stad meselesi. “Abi, askerlik kısalıyormuş” efsanesiyle yarışır. Derler ki, Akad Kralı Sargon tarihte bilinen ilk düzenli orduyu kurduğundan beri “Kesin bu yaz askerlik düşecek” şeklinde bir söylenti yayılır. Süleyman Seba gittiğinden beri de bu stada her mayıs ayında kazma vurulur. Yeni açık tribüne yapılan iyileştirme ve zeminin aşağıya çekilmesi dışında bir şey görmedik.

Kazlıçeşme durumları, spor kompleksi, içinde alışveriş merkezi, kongre sarayı,sinema filan da olacak komple bir yaşam alanı derken herkesin kafası karışmış durumda. Ayrıca eski açık tribünün sit alanı olması durumu var. Stadın bulunduğu hassas konum itibariyle de mimari açıdan hem ihtiyaçlara cevap verebilecek modern çizgilere sahip, hem de çevresiyle uyumlu yeni bir yapı gerekiyor(mu?)..

Bence, gerekmiyor. Öncelikle herkesin bildiği üzere Beşiktaş bir semt takımıdır. Takımın antrenman tesislerinin Fulya’dan alınıp, Ümraniye sırtlarına götürülmesi bu semt takımı olma haline zaten yeterince zarar vermiştir. Hala bunun acısını çekerim içimde bir yerlerde. Şimdi gelirlerini arttırmak amacıyla stadın başka bir noktada yapılmasına canım pahasına karşı çıkarım. Bu değişmez bir tavır olarak kenarda dursun.

İnönü Stadı’nın yerine daha modern bir stad inşası kağıt üzerinde elzem görülebilir ama her şeyi de “modern çağın gerekleri” ile açıklamak tarihi değerlerimize bu kadar sırtımızı dönmemiz manasına gelmez. Sürekli bir farklılık, bir incelik, bir başka tavır koyma dürtüsüyle yaşatılan bu gelenek, şartlar ne getirirse getirsin, çağın gereklerine o kadar da uyum sağlamak zorunda değildir. Sonuçta, kendi gelenekleriniz doğrultusunda eğer derdiniz sizi siz yapan değerlere sahip çıkmaksa, son derece etkin çözümler üretilebilir.

Öncelikli yapılması gereken şey, lafı eveleyip gevelemeden, herkesin eteğindeki taşları dökmesidir. Hükümet bu konuda nerede duruyor, düşüncesi, amacı nedir, bunu bilmeliyiz. Daha sonra Demirören ve şükerası stad projesini kongre üyelerinin burnuna tuttuğu havuç olarak mı kullanıyor, bu açıklığa kavuşturulmalı.


Ben “modern stadın” bir zorunluluk olarak kapıya dayanacağını düşünenlere inanmıyorum. Stadyum gelirleri elbette kulüpler adına elzem bir yer işgal ediyor. Fakat bu sadece beton blokların üst üste yayılmasıyla sağlanacak kadar basit bir durum değil. Özellikle söz konusu hedef kitle Beşiktaş taraftarı ise. Bir kere, bu yönetim taraftar kitle analizi yapmak noktasında son derece beceriksiz. Ya da isteksiz. Mete Düren’in maç biletlerinin pahalılığıyla ilgili her yorumu sonrası titreme krizleri geçiriyorum. Bu kadar tepeden bakan, taraftarına, takımını var eden değerlere uzak bir yönetici tipi hayal dahi edilemez. Bu kulübün taraftarları ile arasında daha samimi ilişkiler geliştirmesi gerekir. Yoksa, modern stad yapmakla geçici çözümler elde edersiniz. Oysa kulüp-taraftar arasındaki mesafeyi kısaltır, mevcut stadı depreme karşı gerekli güçlendirmelerle güvenli hale getirir, sezonluk kombine fiyatlarına her sezon kol gibi zamlar yapmazsanız kapalı gişe bile oynarsınız senelerce.

Ayrıca ortada dolanan projelerde gereksiz bir şatafat, altına kongre merkezi, üstüne restoran, icabında otel filan gibi abukluklara asla ve kat’a girilmemesi gerekir. Özen gösterilmesi gereken yegane konu, burada staddır. Konumu, tarihi değeri bir kenara her durumda bundan 50 sene sonra bile tek çivi çakılmamış haliyle bu stad dünyanın en güzel 10 stadı listesinde kendine yer bulur. Çünkü bu stadın bir “ruhu” vardır. Bu ruhu inkar etmek, modernite ile, çağın gerekleri ile, kulübün içinde bulunduğu borç krizinden çıkışının tek yolu ile bağdaştırmak en hafif ifadeyle akıl tutulmasıdır. Avrupa’nın bütün önde gelen kulüpleri stadlarını modernize etmiş olabilir. Ama elimizde bir Fulham örneği var. Arap sermayesinin eline geçen Londra takımı, stadı Craven Cottage’i yenilemek istediğini defalarca dile getirdi. Ama o tarihi tribüne el sürmeleri kesinlikle yasak. Çünkü Londra’nın konuyla ilgili makamlarına göre o tribün artık basit bir futbol tribünü olmasından çok daha öte, yaşayan bir miras. Bölgenin simge eserlerinden biri. Bu durumda ne kadar içinden çıkılmaz bir durum olursa olsun o “ruh”u oradan kaldırmaya kimsenin gücü yetmeyecek. Kalan 3 tribünü yıkılıp, modernize edilmişti zaten. Ama o tribün hala ilk günkü gibi yerinde. Fulham taraftarlarının bununla gurur duyduklarından eminim. O stada futbol oynamaya gelen misafir takım oyuncularının etkilendiğinden de.. Hatta rakip taraftarlar da bu duruma büyük saygı duyuyorlardır.


Geriye kalan tribünler için mimari estetiği bozmadan kapasite artışı gayet yapılabilir. Mevcut haliyle 32 bin seyirci kapasiteli İnönü Stadı’nı 60 bine çıkarmak ne kadar gereksiz, söylemeye bile gerek yok. Bu durumda 40 bin kapasite gayet yeterli ve mantıklıdır. Ayrıca böyle gelenekçi bir yaklaşım kulübün değerlerliyle de birebir örtüşeceği için, taraftarlarca da gayet sahiplenilir. Modernize edilmesi gereken kalan 3 tribünden birinin adını Süleyman Seba, diğerinin adını Baba Hakkı ya da Şeref Bey, şimdiki Kapalı tribünün adını da Mehmet Işıklar tribünü koyun, kombinelere fahiş zamlar yapmayın, stadı deprem gibi risklere karşı güçlendirin, yeni açık tribünü sahaya İngiliz modeli kutu gibi yaklaştırın. Ondan sonra yeni stada gerek kalıyor mu, kombine satışları patlıyor mu, patlamıyor mu görelim.

Şu güzelim stadı “modernize etmek” adı altında Halkalı Toplu Konutları gibi beton bir yığına çevirenin bu dünya da da, öbür dünyada da iki elim yakasında. Stadın mevcut yerini terk edip, başka bir yere gidenin zaten yatacak yeri yok. Bu sürece sessiz kalan, kafası karışan, “ama abi öyle gerekiyor, ben de istemiyorum aslında..” filan diye geveleyenin de acil tarih dersine ihtiyacı var.

Bu takım semt takımıdır. Elinde kalan en büyük değeri de stadıdır. Bedeli ne olursa olsun savunulmalıdır..

11 Ocak 2012 Çarşamba

Unut Gitsin..BJK:2-1:G.ANT BB



Kötü hava, yorgun takım, son alınan golsüz beraberliğin etkisiyle beraber rotasyonu ikinci plana iten tutucu bir kurgu..Tribünde de, televizyon başında da alışılmadık sesler. Tribündeki iyi de, televizyondakine tahammül etmek neredeyse imkansız. Bir “adam” düşünün, maç başından sonuna kadar ne teknik heyet, ne futbolcu, ne takımın bütünü kalaylamadık kimse bırakmasın. Herkese, herşeye bir kulp taksın. Aynı adam yazık ki Türkiye’nin “önde gelen” spor gazetelerinden birinde "Beşiktaşlı" sıfatıyla yazılar yazsın. Bu işten para kazansın.

Şu takıma bazen o kadar kızıyorum ki, ama maç hakkında gözlemlerimi yazdığım blog sayfama bu kızgınlıkların tümünü süzgeçten geçirerek aktarıyorum. Zira maç yorumlarken amacım sadece bu takımın daha iyi olmasına yardımcı olmak. Farklı düşünen insanlarla fikir alışverişine geçmek. Asla ne formayı giyen futbolcuyu,ne teknik adamı ne de bu kulüpte emek harcayan her hangi birini rencide etmek değil. Hedef tahtası haline getirmek hiç değil. Etim, butum belli. Bu satırları kaç kişi okur, kaç kişi ciddiye alır az çok billiyorum. Ama buna rağmen azami dikkat gösteriyorum. Oysa o adam çıkmış, ulusal yayın yapan bir kanalda maçın başından sonuna kadar herkese giydiriyor. Tercihlerine katılmadığı bir teknik direktörü böyle körü körüne eleştirmek neyle açıklanabilir? Eleştiri elbette olur, ama bu düzeyde yapılana “bok atmak” denir. Ötesi de ne burada yazılır, ne de insan olanın yüzüne söylenir. O yüzden sana söyleyecek başka kelimem yok Turgay Demir.. Bu ülkenin futbolu, hakemi, federasyonu, yönetici ve taraftar profili ne ki, spor basını, köşe yazarı, maç yorumcusu ne olsun?!.. Kaç senedir blog takip ediyorum. Şu blog yazarlarının kullandığı dil, araştırma ve takip yeteneği, özverisi, yapıcı eleştirel tavrı, eleştirdiğinin yerine alternatif sunma inceliği, dilbilgisi ve yazım kurallarındaki hassasiyetlerini hiç bir köşe yazarında görmedim. Bu ülkenin en parlak spor yazarı, sanal alemin ortalama bir blog yazarı kadar birikimli değildir ve onun kadar ustaca kalem oynatamaz. Bunu bilir, bunu söylerim.

Zor olsa da, maça dönelim;

Beşiktaş alışılmışın dışında ilk tehlikede golü buldu. Aslında maç boyunca uygulanamayan asli plan bu golde gizliydi. Ayağa isabetli paslarla baskı kurup, araya ince toplar atmak.. Pektemek ince ara pasıyla sağ kenardan Holosko’yu kaçırdı. Holosko kafasını kaldırıp, penaltı noktasına yerden kesti. Golün tadını bozan ufak arıza da burada yaşandı; Necip Uysal ıska geçti,Simao körlemesine vurdu, seken topu Veli Kavlak tamamladı.

Bu erken gelen gol, takımı ateşlemek yerine kontrollü olmaya itti. Çünkü açıkçası kimsenin top oynamaya pek niyeti yoktu. Böylesine isteksiz bir ortamda yapılması gereken takımın rölantide kalması, arkayı kalabalık tutup, boş alanlara Pektemek ve Holosko ile açılmasıydı. Kör topal da olsa bu rölanti hali 45 dakika boyunca devam etti.

İkinci yarı da aynı düzende başladı. 57’de gelen Veli Kavlak-Manuel Fernandes değişikliğinin meali, mevcut rölanti düzenden biraz daha topa hükmeden ve ayağında top tutan bir takıma dönmek gerekliliğiydi. Böylece üzerine gelecek rakibin rüzgarı dindirilecek, teknik üstünlüğünü tabela üstünlüğü ile birleştiren Beşiktaş daha kolay pozisyon bulacak, aktif dinlenmeye geçecek, kendi koşmak yerine topu koşturarak rakibi yoracaktı. Bu düşünce sahada işlerlik kazanmadı zira en başından beri takımın top oynamaya pek niyeti yoktu. Bir müdahale daha gerekiyordu. Bu defa Pektemek yerini Almeida’ya bırakıyor, bu değişiklikle de Almeida’nın ilerideki varlığıyla rakibin savunmasını çok öne çıkarması engellenmek isteniyor, kenar beklerinin Almeida tarafından indirilmesi muhtemel toplara karşı Holosko-Simao tehdidine reaksiyon verebilmeleri amacıyla ileriye çıkışlarına ket vurulması amaçlanıyordu.

Nitekim buna gerek kalmadan Fernandes fişi çekti. Çok usta işi bir duran top vuruşuyla farkı ikiye çıkardı.

Maç başından beri şaşırtıcı şekilde yerini bulamayan, rakibi karşılama noktasında da , top alma konusunda da sıkıntı yaşayan Necip yerini Alves’e bıraktığında Carvalhal; “Gençler, anladık bitse de gitsek diyorsunuz ama, şu topu ayağınızda tutun azıcık” diye feryat figan bağırıyordu artık.

Giderek üzerine gelen rakibi karşısında Beşiktaş bir türlü beklenen pas trafiğini sağlayamadı. 3 pas üst üste yaptığında da zaten direk pozisyona giriyordu. O girilen pozisyonlarda Almeida her zamanki gibi kaçırdı. Kaçırdığına üzülmedi bile. Simao bir türlü kendisinden bekleneni yapıp, takım içi liderliği üstlenmedi. Oysa az biraz oyuna katılıp, top istese, oyunun temposunu tek başına ayarlayacak tecrübeye yeterince sahipti. Olmadı. Bunun için kimseye kızmıyorum. Başta da belirttiğim gibi hava soğuk, takım son maçında beklemediği kadar yüksek bir dirençle karşılaşıp 1 puana razı olmuş, Pazar günü sıradaki rakip ise en az Ankaragücü kadar saha direnci gösteren Bursaspor. Enerjisini ekonomik kullanmayı tercih etti.

Derin bir rotasyona girmek ya da girmemek sonuna kadar hocanın kararı. Ben elzem olduğunu düşünmüyordum. Ama görmek istediğim isimleri elbette vardı. Bir dahaki turlarda daha değişik kadrolar görürüz sanıyorum. Ayrıca Simao’nun sahada 90 dakika hiç bir şey yapmadan dolaşmasına da içerlemedim. Kendine gelmesi açısından bu maçta sahada tutulduğunu düşünüyorum. Benim açımdan mesele yok yani. Planlar sahada tutmadı. Çünkü futbolcular istemedi. “Biz yeteri kadar oynar, kazanmak için gereken kadar gol atarız” dediler. Kimse sakatlanmadı, kimse cezalı duruma düşmedi. Unutun, gitsin..

10 Ocak 2012 Salı

Kanat Adamından Kenar Forvete..




3-5-2 ve 4-4-2’nin uzunca bir süre yaygın olarak kullanılması kenar oyuncularının önemini giderek arttırdı. Tarihsel olarak kesin bir ayrımdan söz etmek mümkün olmasa da, 4-3-3’ün futbolun son 15 senesinde yükseldiği iddia edilebilir.

Bu son 15 seneyi çıkardığımızda futbolun üst düzey oynandığı hemen her coğrafyada sahanın kenarlarında top taşımakla görevli oyuncuların birbirine çok benzer özelliklerde olduğunu görüyoruz. Beşiktaş’tan ilk aklıma gelen Rıza Çalımbay. Sağ kenardan kestiği muz ortalarla nam salan Rıza’nın içeri ani bir dönüşle adam eksilterek gol attığını hatırlar mısınız? Ajax’ta harikalar yaratmış, bir buz patencisi gibi sol kenardan kayan Overmars’ın  golcü kimliği taşımasına rağmen kulüp kariyerindeki toplam 401 maçta 78 gol atmış olması onun yetenekleriyle açıklanabilir mi? O kalibrede bir oyuncu 400 maçta 100’ler kulübüne kolayca girebilmeliydi oysa... Brezilya’nın mucizesi Garrincha’nın “saka” ya da “minik kuş” lakabı sağ kenardan her maçta sayılamayacak kadar çok yaptığı bindirmelerden gelmektedir. Topla yaptığı bu bindirmelerin büyük kısmı ceza sahasına orta ya da pas ile sonuçlanır. Overmars gibi kanat adamlarının habercisi, müjdecisi Garrincha’dır kısaca.

8 Ocak 2012 Pazar

Santraforlaştıramadıklarımızdan Mısınız?...




Sorun yumağı başkent ekibi karşısında Carvalhal asli planından ödün vermeden başladı maça: Dinamik orta sahasına oyunu kontrol etme yetkisi veren Portekizli hoca, Almeida’nın merkezden sol kenara yapacağı koşularla göbekte açılacak boşlukları Veli Kavlak-Pektemek-Ernst üçlüsüyle  doldurmayı düşünüyordu. Hilbert kadar olmasa da, kanat bindirmeleri ile Ekrem’in yaratacağı koridoru ise kimin dolduracağı belirsiz gibiydi. Bu düzen içerisinde Simao’nun varlığı neredeyse hiç fayda getirmedi. Sakatlıktan yeni kurtulan Simao geçmiş görüntüsünden çok uzaktaydı ayrıca pas dağıtımı ve alan kontrolü noktasında da büyük sıkıntılar yaşadı. Beşiktaş’ın son haftalarda blok halinde oynamaya alışık olduğu orta saha düzenine uyum sağlamakta çok zorluk çekti.

"Büyük" Olabilmek..CITY:2-3:MANU





Son randevuları oldukça sansasyonel sonuçlanan Manchester’ın iki takımı bu defa FA CUP mücadelesinde karşı karşıya geldi. Maça elbette damga vuran henüz 12. dakikada City’nin kaptanı Kompany’nin direk kırmızı kartla oyun dışında kalmasıydı. Ada genelinde adil mücadele çerçevesinde kalması şartıyla sertliğe prim veriliyor hakemlerce. Ancak rakibi yaralayıcı ya da kasten sakatlamaya yönelik teşebbüsler dahi oyundan ihraç ile cezalandırılıyor. En azından kağıt üstünde böyle. Bu bağlamda Kompany’nin yaptığı hareket her ne kadar Nani tarafından ustaca savuşturulmuş olsa da, kural kitabına göre kırmızı kart bence doğru. Tartışılması gereken burada talimatın doğru olup, olmadığı..yoksa kurallar dahilinde bakıldığında söylenecek söz yok.

4 Ocak 2012 Çarşamba

İki Gelsin İkiiii...BJK:2-0:ES



İlk yarı değerlendirmesi yaparken fazlalıkla değindiğim orta saha dinamizmi Beşiktaş’ın kurtarıcısı oldu yine.(bkz:son yazım) Şu orta sahaya sahiden yazık oluyor. Fernandes gibi bir virtüöz, tekniği, pasları, adam eksiltebilme özelliğinin yanı sıra yorulmak bilmeksizin koşuyor. Savunmadan top alıyor oyun kuruyor, rakip yarı alanda ince oynayıp, tehlike yaratıyor. Yetmiyor, her maç duran toptan takım arkadaşlarına çarptırarak gol attırıyor. Yine yetmiyor, şut çekiyor, çalım atıyor, topla mesafe katediyor, ceza sahasında uzak köşede elini havaya kaldırıp, pas bekliyor..Pırlanta gibi parlıyor.. Veli Kavlak gibi bir dinamo var; isabetli pas yüzdesini yukarıya çekmiş, mücadele ediyor. Rakibi karşılıyor, ilk toplara basıyor. Araya toplar atıyor. Kenarlara topu indirip, takımı rahatlatıyor, sahaya yayılması noktasında zaman kazandırıyor. Fabian Ernst gibi bir zanaatkar var; 19 yaşındaymış gibi şok pres yapıyor. Her durumda basit ama etkili olanı deniyor. Adam kovalıyor, alan daraltıyor. Topsuz oyun nasıl oynanır, adeta ders veriyor. Kulübede Necip Uysal, tribünde julio Alves oturuyor. Aurelio sakat...