8 Ocak 2012 Pazar

"Büyük" Olabilmek..CITY:2-3:MANU





Son randevuları oldukça sansasyonel sonuçlanan Manchester’ın iki takımı bu defa FA CUP mücadelesinde karşı karşıya geldi. Maça elbette damga vuran henüz 12. dakikada City’nin kaptanı Kompany’nin direk kırmızı kartla oyun dışında kalmasıydı. Ada genelinde adil mücadele çerçevesinde kalması şartıyla sertliğe prim veriliyor hakemlerce. Ancak rakibi yaralayıcı ya da kasten sakatlamaya yönelik teşebbüsler dahi oyundan ihraç ile cezalandırılıyor. En azından kağıt üstünde böyle. Bu bağlamda Kompany’nin yaptığı hareket her ne kadar Nani tarafından ustaca savuşturulmuş olsa da, kural kitabına göre kırmızı kart bence doğru. Tartışılması gereken burada talimatın doğru olup, olmadığı..yoksa kurallar dahilinde bakıldığında söylenecek söz yok.

Bunun yanında maça çok hızlı başlayan City karşısında Manu’nun son derece soğukkanlı şekilde uygun anı beklemesi ve ciddi manada rakip kaleye gittiği ilk atakta golü bulması “nasıl büyük takım olunur?” un bana göre en kestirme cevabı. Buldukları yarım pozisyondan gol çıkarmaları onların büyüklüklerine, ne zaman nasıl oynamayı  ustaca bir şekilde içselleştirdiklerine çok tipik bir işaret. Hele dün izlediğimiz Samsunspor fecahatinden sonra...Ada’ya taşınasım var!..
Ayrıca buldukları diğer iki golde de(biliyorum biri penaltıydı. Ben penaltıyı getiren ataktan söz ediyorum) atakların nasıl çabucak olgun hale getirilmesine, pasların ustaca ve en ideal alana atılmasına söyleyecek söz bulamıyorum.
Buna mukabil City’nin kırmızı karta daha agresif bir reaksiyon vereceğini düşünüyordum; hayal kırıklığına uğradım. Sahada 10 kişi kalmak, hele son randevunuzda 6 attığınız bir takıma karşı, ki o takım Manu ise başınızı hayli derde sokar. Yine de bu denli edilgen kalmalarını açıklamaz. Özellikle Nasri’nin sahada olduğunu anlamam için 60 dk filan geçmesi gerekti. Taktik diziliş açısından mucizevi bir cinlik ihtiva etmiyorsa (ki bence etmiyor) David Silva yerine Samir Nasri oyundan alınmalıydı. Ayrıca Edin Dzeko’nun yokluğu takımı adeta ileri çıkmak noktasında çaresiz bıraktı. O duruma da çok takılmış durumdayım. Aslında tüm bu saptamaların altında yatan ve yüzümüze çarpan şu gerçek var ki; ne kadar başarılı maçlar çıkarmış olursa olsun Manu ile kıyaslandığında City henüz “takım” değil.
Scholes’un geriye dönmesine bir futbolsever olarak elbet sevindim ama ceza sahasının 10 metre kadar dışından bir gol atmadıkça resmi olarak dönmedi sayıyorum kendisini.. İsabetli pas yüzdesi yüzde 90’larda seyreden bir oyuncu olması hatırına, bu maçta yaptığı pas hataları tolore edilebilir. Bence görevini başarıyla ifa etti. City adına 3-0’dan 3-2’ye getirdiği bir maç olarak “başarı” kabul edilebilir. Üstelik bunu 10 kişiyle yapmış olmaları da göz önünde bulundurulduğunda.. Maç öncesi Mancini’nin yaptığı “Manchester United olmak için çok yol katetmeliyiz” sözü de bunun peşinen itirafı zaten. 6 gol atmakla Manu’yu alt etmiş olmuyorsunuz. Bu sükseli galibiyet adınızdan bir süre söz ettirmenize yarayabilir. Ama sizi efsane yapmaz.

Manu yenilseydi başlığım hazırdı; “Glory,Glory... Don’t Worry...” Sırf şu başlığı atabilmek için son yarım saat City’yi destekledim ama işe yaramadı. O yüzden hazırlıksız yakalandım. Bana göre Ada’nın da, Manchester şehrinin de tek efsanesi hala United!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder