27 Aralık 2011 Salı

Beşiktaş'ın Planları




Deplasmanda Eskişehir mağlubiyeti ile açılan ilk perde, Şeref Bey’de Karabükspor karşısında alınan tek gollü galibiyetle kapandı. Bu süre içerisinde Beşiktaş, inişli çıkışlı bir performans göstermekle birlikte, en çok sıkışık maç takviminin kurbanı oldu.  Çünkü maç araları darlaştıkça takım, bir sonraki rakibine hazırlanmak noktasında yeterli zamanı bulamadı. Yine de Lig’de ve Avrupa’da ortalamanın üzerinde bir mücadele vererek devre arasına minimum sorunla girdi.

Carvalhal, röportajlarında belirttiği üzere gelecek üzerine uzun vadeli planlar yapmak yerine, rakip odaklı düşünen bir teknik adam. Bunun meali şu; Takım, rakibe göre reaksiyon veriyor. Stoke City deplasmanında topu yerde tutup, hızlı dolaştırıyor ama Maccabi deplasmanında kenarlara indirilen toplarla goller buluyor. Duran toplara güveniyor. Ya da derbilerde orta sahasını kalabalık tutuyor ve enerjisini ekonomik kullanıyor.


Bu “günlük” planın yanı sıra, üzerine koyarak ilerleyen asli bir plan daha var elbette. Buna aslında bir geçiş dönemi diyebiliriz. Schuster gibi gerçeküstücü bir teknik adamdan sonra Carvalhal gibi basit doğruların adamı göreve gelince, takım kararsız kaldı. Schuster zamanında rakip kim olursa olsun savunmasını orta sahaya kadar korkusuzca çıkaran, gol yese de hırçın futbolundan taviz vermeyen Beşiktaş, Carvalhal’in gelişiyle önce dizginlendi. Sahaya daha dengeli yayılmak ve kademeler arası bağlantıları daha sıkı tutmak üzerine çok kafa yordu. Üç ayrı blok arasındaki bağlantının iyi sağlanabildiği maçlarda takımın çok etkili oynadığını gözlemledik. (Mesela deplasmandaki Stoke City maçı) bu bağlantının nispeten işlemediği ya da rakip tarafından sabote edildiği maçlarda ise yıldız isimlerin çabaları ya da sürpriz bireysel patlamalara şahit olduk. Bunların hiç biri olmadığında da takımın kırılganlığı ortaya çıktı. Öğrenme ve öğrendiklerini uygulama aşamasında olan Beşiktaş, bazen çok basit goller yedi. Baskı kurduğu dakikalarda bir türlü skor üretemedi. Acemi bir çırağın tezgahın başındaki ilk günleri bocaladı.

Takımın yaşadığı ilk büyük problem hücumcu kanat beklerine eklemlenen Quaresma lüksüydü. Önde baskı yapan ve kanatları etkili şekilde kullanan her rakip büyük sorun yarattı Beşiktaş’a karşı. Fenerbahçe maçında göklere çıkarılan Caner Erkin performansını, Gençlerbirliği takımının Ankara’da Hurşut ve Yasin’le , Kayseri’nin Amrabat ile yaptığını hatırlamayan yoktur sanırım. Buna İBB maçındaki Doka’yı da ekleyince sorun apaçık ortaya çıkıyor; Her ne kadar önlem alınırsa alınsın, İsmail-Quaresma ya da Hilbert-Quresma kanadı baskı yediğinde ya da ani geri dönüşlerde perişan oluyor. Bu soruna bulunan en etkili çözüm Quaresma’yı yetenekleri ile beraber sahada tek başına bırakmaktı. Onu kanatlardan birine hapsetmek yerine, nispeten serbest oynamasını sağlamak ceza sahasına daha yakın ve daha tehlikeli kılmak anlamına geldiği gibi, Necip-Ernst-Veli üçlüsünden birinin de kanada yakın oynamasını sağlayarak o boşluğu kapatmak anlamına geliyordu. Ki bu değişikliğin esas anlam kazandığı nokta da burasıydı zaten. Orta saha dinamizmi konusunda neredeyse hiç sorun yaşamayan Beşiktaş, eksiklerini bu dinamizmi kullanarak giderebilirdi. Pekala genç Necip ani ataklarda kenarlara açılabilir ve rakibi ilk elden karşılayabilirdi. Ya da Veli Kavlak çalışkanlığını kullanarak takımının eksik yakalanmasını önleyebilirdi. Ama orta sahasından 1 adamı kenara feda etmek, merkezde eksik kalmak demekti. Bu eksikliği gidermek için ise yegane çözüm sağlam bir Fernandes performansıydı. İlk yarının son haftalarındaki görüntüsü ligin başlarından itibaren ortaya çıkmış olsa, bu gün cebimizde 4-5 puan fazlasının olacağını düşünmek işten bile değil.

Topu ayağına her aldığında kumaşının kalitesini belli eden bu çılgın Portekizli, takımın en kilit noktası bence. Ama burada da bir tercih yapma zorunluluğu var; Bu üstün yetenek eksik kaldığımız merkezi doldurup,savunmadan ilk topları mı alacak? Yoksa rakip ceza sahasına daha yakın oynayıp, o öldürücü ince pasları ve şutlarını mı kullanacak? Ben, ikincisinden yanayım. Böyle yetenekli ve aktif bir oyuncunun rakip sahadaki varlığı, takımı sahanın her alanında rahatlatır. Fernandes tehdidi, rakip savunmanın çok öne çıkmasını peşinen önler. Böylece takım geri itilmez, aksine giderek öne atar kendini. Arkadan destek geldiğinde harikalar yaratabilen Quaresma-Simao gibi topla katedebilen oyuncuların varlığına Pektemek de eklenince kalite bir gömlek üste çıkıyor. İçerideki Stoke City maçında galibiyet, Fernandes’in rakip yarı alana yerleşmesi ile gelmişti. Carvalhal’e göre en ideal çözüm yine günübirlik olabilir. Skorun ve rakibin durumuna göre Fernandes gereken zamanda gereken yerde konumlanabilir.

Ama, elindeki tek sigortası orta saha dinamizmi olan takım, bundan kolay ödün vermemek zorunda. Bu bağlamda rotasyonu çok etkili kullanmak gerekiyor. İlk yarı adına en yorgun isim bence Ernst. Julio Alves başka takıma kiraya verilmezse, göbekte  Veli-Alves ikilisi denenmeli. Ben işe yarayacağını düşünüyorum. En azından tansiyonu düşük bir kaç iç saha maçında daha net fikirler alınması açısından bu bir zorunluluk.

İkinci bir ihtimal ise Fernandes’i arkaya itip, forvet arkasına ya da uzak kenara Burak Kaplan’ı monte etmek. Topla oynama becerisine sahip Burak aranan kan olabilir. Böylece Holosko’yu sadece öndeyken ve baskı yerken oyuna sokmak gibi bir seçenek de olur. Bu durum, çalışkan Slovak’ı taraftarının gözünde daha saygın bir hale getirir. Ayrıca yabancı kontenjanı noktasında da takımın eli rahatlar.



Takımın yaşadığı ikinci sorun ise gol. Oynadığı maçlarda rakip yarı alanda baskı kurduğu bölümleri hatırlıyorum. Bu anlardan çıkarılan gol sayıları beni hiç tatmin etmiyor. Almeida’nın pes dedirten acemilikleri, Pektemek’İn devamlılık sorunu, Quaresma’nın bencillikleri derken hiç de azımsanmayacak bir bakiye ortaya çıkıyor. Ama bunların hiçbirisi asli sorun değil. Ben takımın şut yüzdesinin düşüklüğüne takmış durumdayım. Veli Kavlak’ın sezonun ilk yarısı boyunca çektiği şutların büyük bölümü aynı şekilde üstten auta gitti. Necip Uysal, Filip Holosko,Hugo Almeida ve Fabian Ernst de bu istatistiğebüyük katkıda bulundu. Devre arası hazırlık süresince orta saha oyuncularının fazladan 1 saat şut çalışması gerekli. Bu, olmazsa olmaz bir durum bence. Eğer bu şut yüzdesi yukarılara çekilebilirse, gol sorununun da büyük ölçüde telafi edileceği kanısındayım. Şimdi Galatasaray’dan sonra ligin en çok gol atan 2. takımı olduğumuz istatistiğini vurmasın kimse yüzüme lütfen. Son oynanan Karabük maçını koparmak için atmamız gereken ikinci golü yapamadık bir türlü. Hem de 15’in üzerinde gol girişimine rağmen..bu bal gibi de bir sorundur. 15 gol girişiminden 1’den fazla gol çıkaramayan  takımın sorunu vardır. Bunun çözümü de isabetli şut yüzdesini yukarıya çekmektir.

Takımın diziliş yönünden belirgin bir sorununun olmadığına, hatta ligin çok üzerinde bir esnekliğe sahip olduğuna inanıyorum. O yüzden tahmini kadro ya da diziliş alternatiflerine girmeyeceğim.  Ayrıca kafamda çizdiğim ilk yarı portresi buraya aktardığıma göre çok daha uzun ve detaylıydı. Sanırım bu tür detaylar için sezon sonunu beklemek daha doğru olacak. İzleyip, görelim..

1 yorum: